Chaharshanbeh, 19 Ordibehesht – Vahid Jalilvand (2015)

“Hayır, değildi! Allah’ın takdiri değildi! Bir 5 milyonum olsaydı, biri bana 5 milyon verseydi, çocuğum kollarımda ölmezdi”

Yaklaşık 100 bin lira bağışlamak için gazeteye ilan veren bir adam ve bu ilana başvuran iki kadının hikâyesi.

İranlı sinemacı Vahid Jalilvand, senaryosunu Hossein Mahkam ve Ali Zarnegar ile birlikte yazdığı ve ilk yönetmenlik çalışması olan bu film ile son dönem İran sinemasının parlak örneklerinden birini veriyor. Sıradan insanların içine düştükleri durumlar karşısındaki vicdan sorgulamalarını ve içinde yaşanılan toplumsal düzenin bireyler üzerinde yarattığı baskıları samimi bir dil ile ve seyirciye de dokunarak anlatan bir çalışma bu. Bir sonraki ve şimdilik son filmi olan “Bedoune Tarikh, Bedoune Emza – Tarihsiz, İmzasız” ile daha da büyük bir başarı kazanan Jalilvand, Asghar Farhadi’nin izinden giden bir hikâye içeriği ve anlatım tarzı ile sinemanın büyük bütçelere sahip olmadan veya büyük hikâyelerin peşine düşmeden de (ya da özellikle tam da bu durumlarda) etkili bir sanat üretiminde bulunabileceğini kanıtlıyor bize.

Üç ayrı ana karakter üzerinden, ilerledikçe birleşen üç ayrı hikâye anlatıyor bize film. Bu karakterlerin birincisi aslında çok da yüksek olmayan bir tutarda bağış yapmak için bir gazeteye ilan veren bir adam. Onun bu ilanı polisi rahatsız eden bir kalabalığın toplanmasına neden oluyor bağış başvurularının yapılacağı gün. Adamın planı başvuranların neden paraya ihtiyaç duyduklarını tek tek dinlemek ve sonra en uygun gördüğü kişiye parayı vermek. Filmin diğer ana karakterleri başvuru yapan iki kadın; bunların ilki felç geçiren kocasının ameliyatı için paraya ihtiyacı olan ve parayı verecek olan adamla geçmişte bir yakınlığı olan bir kadın, diğeri ise kendisini büyüten akrabalarından gizlice evlenen ve kocasının, kadının akrabaları ile barışmak için geldiği evde çıkan kavga sırasında neden olduğu yaralanmanın tazminatı olarak istenen parayı ödemek için bu bağışa ihtiyaç duyan genç bir kadın. Film, bu üç karakterin hikâyelerini anlatırken -tüm hikâyelerin para etrafında dönmesi nedeni ile- toplumdaki yoksullluğu odağına alıyor aslında ama adamın karısı ile bir diyalogunda yer aldığı kadarını bir kenara bırakırsak, doğrudan dile getirmiyor bunu. Jalilvand bireylerin kişisel hikâyeleri üzerinden ama bu hikâyelerin aslında çok da kişisel olmadığını ima ederek anlatıyor derdini bize ve bunu insana dokunan bir sadelik ile yapmayı başarıyor.

Doğrudan toplumsal bir eleştiri üzerinden yürümüyor gibi görünüyor hikâye; bağış başvurusu için toplanan kalabalıktaki bir adamın onları dağıtmaya gelen polise öfke ile sorduğu “İnsanlar kendi paraları ile istediklerini yapamazlar mı? Neden zimmetine milyonlar geçirenleri tutuklamıyorsunuz?” sorusu bu tür bir eleştirinin bir parçası olarak görülebilir kuşkusuz ve açıkçası öyle de. Ne var ki Jalilvand’ın -yaşadığı ülkenin rejiminin gerçekleri nedeni ile de elbette- üç trajik hikâyeyi toplumsal gerçeklerden hemen tamamen arındırmış olmasını bir eleştiri konusu olarak not almak gerekiyor yine de. Bu problem bir yana, senaryo üç hikâyede de yoğun bir sorgulama içine atıyor karakterlerini. Buradaki yoğunluk abartılmış veya altına kalın çizgiler çekilmiş, Hollywoodvari bir yoğunluk değil; aksine film sadeliğini ve zarafetini hep koruyarak yaratıyor bu yoğunluğu. Sıkışmışlıkları ve sorgulamaları nedeni ile üç hikâyedeki karakterleri de ağlarken görüyoruz örneğin ama o denli gerçekçi ve içten ki bu sahneler en ufak bir zorlama hissetmiyor ve rahatsızlık duymuyorsunuz.

9 Mayıs günü başlayan film ikinci hikâyesi için 30 Nisan’a geri dönüyor ve daha sonra tekrar başladığı yere geliyor ve 10 Mayıs günü de etkileyici bir finalle sona eriyor. Dolayısı ile kronolojik olarak ilerlemiyor hikâye ve birkaç kez aynı sahneyi farklı karakterleri öne çıkararak tekrarlıyor yönetmen. Bu iki tercih de hikâye ile uyuşmuş kesinlikle ve özellikle üç karakterlerin yaşadıklarını birbirine bağlamada kesinlikle işe yaramış. Gurur ve çaresizliğin çatıştığı, sessiz göz yaşlarının döküldüğü, geleneklerin bireylerin mutluluğu pahasına öne çıktığı ve kadınların kimlikleri nedeni ile yüklenmek zorunda kaldıkları sorumlulukları ve maruz kaldıkları baskıları doğru yazılmış hikâyelerle karşımıza getiren filmde gerçekçilikten hiç taviz vermiyor yönetmen ve uzun uzun gösterilen kavga sahnesinde olduğu gibi “rahatsız da ediyor” sizi birilerinin özel hayatına tanıklık etme duygusunu hissettirmesi nedeni ile. Bu gerçekçilik duygusunun yanısıra iki kadın karakterini kendi hikâyelerinin/hayatlarının aktif ögesi kılması ve bir erkeğin yaşadığı/neden olduğu sorunu çözmeye çalışırken göstermesi ile de dikkat çekiyor film. Kadınlar üstelik eşleri tarafından eleştiriliyorlar da bu çabaları sırasında; bu eleştiriler erkeklerin toplumsal koşullanmaları ve kendi çaresizliklerinden de kaynaklanıyor olsa da kadınları yaralıyor kuşkusuz.

Jalilvand’ın çalışması bir vicdan filmi olduğu kadar bir karar/kararsızlık filmi olarak da görülmeli. Vicdanları ile baş başa kalan, ikilemleri yaşayan, kurtuluş için taviz vermek zorunda kaldığını hisseden ve kararsızlığın yükünü taşıyan karakterler var karşımızda. Bir de elbette filmin dokunaklı sahnelerinden biri olan, bağışı yapacak adamın karar aşaması var; bina dışındaki kalabalıktan gelen sesler eşliğinde bir karar sürecini karşımıza getiriyor Jalilvand ve arkadaşının “Seçimin ne olursa olsun vicdanın sızlayacak. Gözlerini kapa ve rastgele birini seç” önerisi karşısında tereddüt eden adamın trajedisini anlatıyor bize.

Karen Homafunyar’ın sade ve çağdaş havalı müziği ile desteklenen filmde yönetmen önemli rollerden birini de başarı ile üstlenirken, bağış yapan adam rolündeki Amir Aghaei ve iki ana karakteri canlandıran kadın oyuncular da (tecrübeli oyuncu Niki Karimi ve ilk sinema filminde rol alan genç oyuncu Sahar Ahmadpour) performansları ile göz dolduruyorlar. Özellikle açılış sahneleri ile hikâyenin gerçeki tonuna uygun bir belgesel havası da yakalayan filmin belki en önemli problemi bağışı yapan adamın bunun için seçtiği yöntem konusunda bizi ikna edememesi. Bu yöntemin neden olacağı kaosu ve kendisinin içine düşeceği durumu göremeyecek bir karakter değil çünkü bağışı yapan kişi. Hikâyenin yeterince güçlü işlenmeyen yanı da bu adamın karısı ile yaşadığı çatışma olarak görünüyor. Bu problemine rağmen ve onu rahatlıkla aşan bir film bu ve görülmeyi kesinlikle hak ediyor.

(“Wednesday, May 9” – “Vicdanın Sesi”)