Animal Crackers – Victor Heerman (1930)

“Geleneksel evliliklerden bıktım. Bir erkek ve bir kadın büyükannen için yeterince iyiydi ama kim büyükannenle evlenmek ister ki? Hiç kimse, hatta büyükbaban bile. Bir düşün! Balayını düşün! Tamamen özel ve gizli. Başka bir kadının buna dahil olmasını istemem. Yani belki bir veya iki. Ama erkek olmaz. Ben kendim de gitmeyebilirim”

Afrika’dan yeni dönen bir kâşifin onur konuğu olduğu bir partide değerli bir tablonun kaybolmasının hikâyesi.

George Kaufman ve Morrie Ryskind’in metinlerinden yola çıkarak Bert Kalmar ve Harry Ruby’nin yazdığı söz ve müziklerle ilk kez 1928’de sahnelenen aynı adlı Broadway müzikalinden sinemaya uyarlanan bir ABD yapımı. Sahne isimleri Chico, Harpo, Groucho, Gummo ve Zeppo olan ünlü Marx kardeşlerden (sırası ile Leonard Joseph, Arthur, Julius Henry, Milton, Herbert Manfred) -Gummo hariç- dördünün oynadığı bir klasik olan film müzikaldeki şarkılarının çoğunun çıkarıldığı bir komedi olarak gelmiş beyazpardeye. Müzikaldeki oyuncuların büyük kısmının rollerini bu sinema uyarlamasında da tekrarladığı film bolca sözlü espri içeren, absürt ögelerden sıkça yararlanan, komedinin slapstick türünün kimi parlak anlarına sahip olan ve sık sık sıkı kahkahalar attıran eğlenceli bir çalışma. Müzikal yanının hayli gölgede kalması ve bazı sahnelerin Marx kardeşlerin şovları için zorlanmış bir havalarının olması gibi kusurları olan ve Victor Heerman’ın yönettiği film ünlü komedyenlerin en bilinen ve sevilen eserlerinden biri ve eğlenceli ve saçma komedilerden hoşlananlar için önemli bir çalışma.

Sosyetenin ünlü isimlerinden biri olan Mrs. Rittenhouse evinde bir parti verecektir; onur konuğu ünlü Afrika kâşifi Kaptan Geoffrey T. Spaulding’dir ve varlıklı sanat hamisi Roscoe W. Chandler yeni satın aldığı ünlü bir tabloyu bu partide ilk kez sergileyecektir. Tüm bu bilgileri filmin girişinde bir gazetenin görüntüsü üzerinden veriyor yönetmen Victor Heerman ve ardından bizi partinin verileceği evin içine sokuyor. Hikâyenin hemen tamamı bu evin içinde geçiyor ve yaklaşık bir saatin sonunda bizi ilk kez bahçeye çıkarıyor Heerman tek farklı mekân olarak. Açılış evdeki başuşağın seslendirdiği ve diğerlerine görevlerinin efendilerine hizmet etmek ve sadık kalmak olduğunu hatırlatan bir müzikal sahnesi ile yapılsa da ve başlarda şarkılar daha fazla olsa da, film bir müzikal de olduğunu unutuyor sık sık ve temel dayanak noktası Marx kardeşlerin yetenekleri, sözlü espriler ve slapstick komedinin ögeleri olan bir komediye dönüşüyor. Broadway müzikalindeki şarkıların bir kısmının atılmış olmasından kaynaklanan bu durum nedeni ile şarkılı sahneler zaman zaman pek oturmuyor filmin havasına ama neyse ki şarkıların çoğunun sözlerinin de esprili olması bu problemin boyutunu küçültüyor.

Aralıksız sözlü espriler var filmde ve bu espriler sık sık absürt boyutlar kazanıyor; özellikle Groucho’nun hemen her cümlesi bu sınıfa giriyor ve hayli eğlendiriyor seyirciyi. Neyse ki sayısı az olan bir kısmının sadece İngilizcede anlamlı olması ve bu dildeki söz oyunlarına dayanması bir yana bırakılırsa, peş peşe gelen bu esprilere kayıtsız kalmak zor ve Marx kardeşlerin başarılı performansları sizi nefessiz bırakabilir hikâye boyunca. Onların yeteneklerine dayanan Heerman büyük bir kısmını tek planda çekmiş sahnelerin ve bir yönetmen olarak kendisinden çok fazla şey katmamış filme açıkçası. Bedenlerini de çok etkileyici biçimde kullanan oyuncular bu yetenekleri ile filme dinamizm getirdikleri gibi, vücut dilleri ile de komik anlar yaratmışlar. Ne var ki onların yetenekleri filmin problemlerinden birinin de kaynağı olmuş görünüyor. Birden fazla sahne hikâyeye herhangi bir anlamlı katkı sağlamadan, sadece oyuncuların kişisel şovlarının aracı olmak üzere tasarlanmış gibi duruyor ki bu da sinema değeri açısından çok da olumlu bir puan değil elbette.

Pahalı tablonun gerçek olanı ve taklitleri üzerinden iyi kurgulanmış bir hikâye anlatıyor film ve seyirci olarak biz de karakterlerin yaşadığı kafa karışıklığının kurbanı oluyoruz hoş bir şekilde ve hızlı akan, zaman zaman dur durak bilmeyen hikâyenin tadını çıkarabiliyoruz. Yukarıda anılan “şov” sahneleri arada kesintiye neden olsa da akıllıca tasarlanan hikâye bir su gibi akıyor ve filmin önemli kozlarından biri oluyor. Finalde bir Agatha Christie romanında okuyacağımız gibi tüm karakterleri bir araya getiren yüzleşme bölümü ile de parlak bir kapanış yapıyor hikâye. Groucho’nun birkaç farklı sahnede diğer karakterlerin donduğu anda kameraya (bize) konuşması; bir sahnede müstehcen sayılabilecek bir espri yapan bir karaktere kamerayı (bizi) işaret edip “Burada çocuklar var” derken, bir diğerinde “Her espri komik olmak zorunda değil” demesi; yine ondan dinlediğimiz Afrika anıları başta olmak üzere daldan dala atlayan absürt içerikli diyalogların örneklerinden sadece birkaçını oluşturduğu kendine has bir saçmalığı olan filmi bu açıdan gerçeküstü olarak nitelemek de mümkün. Özetlemek gerekirse, kesinlikle eğlenceli, pek kural takmaması ile anarşist bir film bu ve sinemanın ünlü kardeşlerini hatırlamak için de keyifli bir fırsat.

(“Üç Ahbap Çavuşlar: Hırsız Kim?”)