“Burjuva kavramı hemen hep aşağılamak için kullanılageldi. Oysa son dört yüzyılda uygarlığımız için iyi olan ne olduysa hemen hepsi burjuvazi sayesinde gerçekleşti. “Burjuvazinin Gizli Çekiciliği”adındaki Fransız filmini bilirsiniz. Filmin adını ilk duyduğumda, “Nihayet birisi burjuvazi hakkındaki gerçekleri anlatacak” diye düşünmüştüm. Ne büyük bir hayal kırıklığıydı. Burjuvazinin bundan daha haksız ve eksik bir portresini hayal etmek zor”
Princeton’da okuyan bir orta-sınıf öğrencinin aralarına karıştığı yüksek burjuvazinin gençleri ile yaşadıklarının ve iki aşk arasında kalmasının hikâyesi.
Whit Stillman’ın Oscar’a aday gösterilen orijinal senaryosunu yazdığı ve yönetmenliğini üstlendiği bir ABD yapımı. Stillman’ın ilk sinema filmi olan yapıt 1994 tarihli “Barcelona” ve 1998 yapımı “The Last Days of Disco” ile birlikte bir üçlemeyi oluşturan bir çalışma. Tümü komedi-dram karışımı bir türe sahip olan filmlerin bu ilkinde Stillman düşük bir bütçe ile Amerikan burjuva dünyasına sokuyor bizi ve genç karakterleri üzerinden entelektüel göndermeleri de olan eğlenceli bir hikâye anlatıyor. Bol konuşmalı film aksiyon meraklılarını yorabilir ama hemen tümü oyunculuğu ilk kez deneyen bir genç kadroyu ustalıkla kullanıyor yönetmen ve büyüme hikâyesi olarak da değerlendirilebilecek yapıtında -öykü 1990 başlarında geçse de- davranışlar, duygular ve anlayışlar üzerinden bakıldığında, daha eski dönemlere ait görünen hayatları çekici bir şekilde mercek altına alıyor.
Evini satarak ve yakınlarından da topladığı para (210 Bin Dolar gibi bir Amerikan filmi için oldukça düşük bir tutar) ile çekmiş filmi Stillman. Başlangıçta düşüncesi 1960’larda geçirmekmiş hikâyeyi ama bütçe kısıtı nedeni ile vazgeçmek zorunda kalmış bundan; ne var ki hikâye, karakterler, davranış biçimleri ve karakterlerin dert edindikleri bırakın 1960’ları, çok daha eski dönemleri hatırlatıyor ve hatta hikâye boyunca adı sık sık konuşmaların ve tartışmaların konusu olan Jane Austen romanının bir uyarlamasına tanık olduğunu düşündürtecek kadar bir “dönem filmi” havası taşıyor bu yapıt. Erkeklerin hep smokinli veya takım elbiseli olduğu, kadınların ise gece kıyafetlerini sırtlarından hiç çıkarmadığı bir yüksek burjuva ortamında geçen hikâyede karakterlerini adeta tipik bir 19. yüzyıl ortamına bırakıyor Stillman ve buna rağmen bir yandan da modern bir havaya sahip olabilmesini sağlıyor filmin. Hatta bir düellonun yerini alabilecek bir kavga bile var filmde. Bu da beklenebileceğinin aksine, tuhaflığın neden olabileceği bir soruna yol açmadığı gibi, film bu zıtlıktan hafif mizahına da yansıyan bir çekicilik kaynağı yaratmayı başarıyor. Aşklar, ihanetler, dedikodular, kadın-erkek çekişmeleri vb. konular ile bir Austen romanı 1990’ın ABD’sine taşınmış ifadesi ile özetleyebiliriz bu durumu ve filmin özellikle eleştirmenlerin takdirini toplayan senaryosunun başarısı da bu sonucu oldukça doğal gösterebilmesi seyirciye.
Gerek Tom Judson ve Mark Suozzo imzalı orijinal müzikleri ve gerekse soundtrack için seçilen şarkıları ile de bu “eski” havayı koruyan film Tom adındaki ve orta sınıftan bir gencin bir gece tesadüfen karşılaştığı yüksek tabakanın gençlerinin arasına karışınca yaşananları anlatıyor temel olarak. Herhalde burjuva sözcüğünün en çok kullanıldığı Amerikan filmi olan yapıtın kahramanı olarak tanımlayabileceğimiz Tom (kariyeri sadece iki sinema filmi ile sınırlı olan Edwards Clements hoş bir sadelikle canlandırmış karakterini) kendisini Fourierci bir sosyalist (Fransız filozof Charles Fourier “ütopyacı sosyalizm”in kurucularından biri) olarak tanımlamaktadır. İçine girdiği grubun üyelerinin aksine zengin değildir ve zengin bir semtte değil, “Manhattan’ın batı yakası”nda oturmaktadır. Yüksek burjuva sınıftan olan diğer gençler de onun gibi entelektüel yanları olan karakterler ve hikâyenin başından sonuna tanık olduğumuz tüm sohbetlerde gençlere özgü aşk, romantizm ve hatta seks gibi konular kapsansa da, toplumsal düzenle ilgili farklı saptamalar ve sorgulamaları da yapmaktadırlar sürekli olarak. Stillman’ın senaryosu alt ve orta sınıfların dertlerinden uzak hayatlar yaşayan bu gençlerin (Tom dışında elbette; sonuçta onun anne ve babası ayrılmışlardr, babasından hiç ilgi görmezken, kendisi de annesinin verdiği para ile yaşamaktadır) sohbetlerini ve tartışmalarını bir yandan tüm ciddiyetleri ile gösterirken, diğer yandan meselelerinde derinleştikçe gerçek hayattan kopukluklarını da hissettiriyor bize. Tüm o gençler sadece yaşlarına özgü konularda konuştukları zaman daha gerçek bir görünüme kavuşuyorlar ve onları alıp rahatlıkla bir Austen romanının karakteri yapabilecek olmanızın gösterdiği gibi, diğer zamanlarda kurgusal bir hâle bürünüyorlar.
Sinemadan edebiyata sosyolojiden toplumsal ilişkilere uzanan sohbetlerden örülü örtü üzerlerinden kaldırıldığında aslında “boş meselelerle” meşgul oldukları ve dışarıdaki gerçek insanların gerçek hayatlarından soyutlanmış bir şekilde yaşadıkları söylenebilir tüm bu gençlerin; hatta kimi davranışları ile gençlere öykünen çocuklar oldukları bile söylenebilir. Whit Stillman’ın ilk filminde yakaladığı başarının arkasında, günümüzde geçen bir dönem filmi havasını çarpıcı bir şekilde yaratabilmesi kadar, bu genç karakterler üzerinden bir yüksek burjuva hikâyesini yargılamadan ve değerlendirmeyi seyirciye bırakarak anlatabilmesi de yatıyor olsa gerek.
Senaryonun “şov” yapma fırsatı vermeyen sade havası oyunculuklara da olması gerektiği şekilde yansımış ve tüm kadro kendi gerçek hayatlarındaymış havasında ve oldukça sade performanslar verirken, Tom rolündeki Edward Clements ve sinema kariyeri diğerlerine göre çok daha uzun ve kalıcı olan ve Charlie karakterine hayat veren Taylor Nichols bir adım öne çıkıyorlar senaryonun da katkısı ile. Yönetmenin sonraki filmlerinde de aynı oyunculardan bolca yararlanmış olduğunu da, filmin bir üçlemenin parçası olduğu düşünüldüğünde ilginçlik kazanan bir not olarak ekleyelim. Mizah havasının çekici bir melankoliyi de barındırdığı filmin Woody Allen yapıtlarından Eric Rohmer’in hikâyelerine uzanan farklı havalara da sahip olduğunu da söylemek mümkün. Charlie ile Tom’un bir barda karşılaştığı ve bir bakıma onların geleceği gibi görünen otuzlu yaşlarındaki bir adamın dediği / ima ettiği gibi hayatta kalmak için uzlaşmak ve gerçekçi olmak gerektiğini ve gençlik döneminin hayallerinin geri gelmemek üzere yitirileceğini hatırlatan bu Stillman yapıtı ilginç bir yapıt özetle söylemek gerekirse.