Taipei Suicide Story – KEFF (2020)

“Bir yabancıyı gömmek bir dostu gömmekten çok daha kolaydır”

İnsanların intihar etmek üzere geldikleri bir otelde eylemi konusunda kararsız bir kadınla resepsiyonda çalışan bir adam arasında gelişen arkadaşlığın hikâyesi.

KEFF adı altında çalışan Tayvanlı-Amerikalı sanatçının yazdığı, yönettiği ve kurgusunu -Ge Zhai ile birlikte- yaptığı bir Tayvan yapımı. 45 dakika uzunluğundaki film ilginç konusu; distopik havası; yalnızlık, umut(suzluk) ve mutsuzluk üzerine sahip olduğu acı tadı ve bir meditasyonu çağrıştıran havası ile güçlü bir yapıt. Sessizlikleri, sadeliği ve sakin temposu ile bir parça “yavaş”görünebilir ama hikâyesi, ses çalışması ve görselliği ile kesinlikle görülmeyi hak eden bir çalışma bu.

Kevin Wong adı ile de bilinen KEFF müzikten fotoğrafa sinemadan DJ’liğe ve tasarıma uzanan farklı alanlarda çalışan çok yönlü bir sanatçı. Bugünlerde dördüncü kısa filminin çalışmalarını sürdüren sanatçının bu üçüncü filmi sert bir konuyu doğrudan olmaktan çekinmeyen diyalogları ile anlatması sayesinde vurucu bir etki yaratıyor seyirci üzerinde. Filmin bu etkiyi adeta bir meditasyon atmosferi içinde yakalaması ise asıl başarılarından biri olarak öne çıkıyor. Tzu-Hao Kao’nun kamerası yönetmenin sade ve hassas mizansenine uygun bir tarz içinde, “güzel fotoğraflar” peşinde koşmadan ve yönetmenin tercihleri ile tam bir uyum içinde çok doğru görünen bir sonuç yakalamış. Otelin ışıklı tabelasının tam bir “şehrin ışıkları” havası içinde alttan ve çarpıcı bir açı ile görüntülenmesi gibi birkaç karesi var filmin ama bunlar güçlü fotoğraf anları yakalamanın değil; karakterlerin ve hikâyenin soyut ve somut yalnızlığını vurgulamak için seçilmiş gibi görünüyor.

Ses miksinden sorumlu Duu-Chih Tu ve yönetmenin ses çalışması filmin en cazip unsurlarından biri. Örneğin açılışta genç bir çiftin taksi ile otele geldiğini gördüğümüz sahnede, hiç diyalog olmadan ve sadece ortam seslerini (bu sesler de özenle seçilmiş görünüyor ve hikâyeye müphem bir giriş sağlıyor) kullanan film sahnenin sonuna doğru sesi birden keserek şaşırtıyor bizi. Baş karakterlerin (genç kadını Vivian Sung, resepsiyoncuyu ise Tender Huang oynuyor) ikili sahnelerindeki diyalogların arasına giren sessizlik anları da sesin varlığı kadar katkı sağlamış hikâyeye. Bu boşluk anları bir yandan soyut (ve soğuk) bir havanın doğmasını sağlarken, öte yandan -ilk anda düşünüleceğinin aksine- doğal bir konuşma akışına yol açıyor. İntihar etmeyi düşünen bir kadına yavaş yavaş ilgi duymaya başlayan adamın, seyircinin bekleyeceğinin aksine, onu vazgeçirmeye özel bir çaba harcamaması ve konudan uzak konuşması bu boşlukların gerekçesi de oluyor bir bakıma.

Otelin yasal olup olmadığı konusunda bir şey söylemiyor film; ama resepsiyoncunun işe başladığı günlerde tanık olduğu protesto gösterilerinden bahsetmesinden veya annesinin, komşularına oğlunun lüks bir otelde çalıştığı yalanını söylemesinden yola çıkarsak, otelin faaliyetinin etik açıdan sorunlu olsa da, yasal bir statü içinde olduğunu düşünebiliriz. Otel intihar etme düşüncesinde/kararında olanların bu eylemlerini gerçekleştirmek üzere geldiği ve sadece bir gece kalmalarına izin verilen bir mekân; o gecenin sonunda ya eylemlerini gerçekleştirmek ya da otelden ayrılmak zorundadır misafirler. Açılışta “temizlik ekibi”ni bir eylemden sonra rutin işlerini yaparken görüyoruz örneğin ama bir genç adamın da otelden ayrılmasına (“Ben… hayatıma bir şans daha vermek istiyorum”) tanık oluyoruz. Bu oldukça sert konuyu adeta sıradan bir hikâye gibi anlatmayı seçiyor KEFF ve görsel efektler, müzik, kamera çalışması ve diyaloglar gibi bir vurgunun aracı olarak kullanılabilecek unsurlarda sadeliği seçiyor. Hikâyenin ağızda gerçekten sert ve acı bir tat bırakmasının da en önemli nedeni bu olsa gerek. Kaybolmuş ve yalnız bir insana kendisi gibilerle aynı ortamda, bir intihar otelinde, bulunmaktan kaynaklanan “ilk kez kendimi yalnız hissetmedim” sözlerini söyleten bir hikâyenin doğal bir etkileyiciliğe sahip olmasında bu acının yakalanmasının önemli bir payı var.

Yirmi altıncı dakikaya kadar hiç müzik kullanmamış KEFF ve daha sonra da sadece hafif bir gitar müziğine (Tzu-Ting Yang icra ediyor kendisinin imzasını taşıyan melodileri) ve nadiren yer vermiş hikâye boyunca. Acı ve sert hikâyesine zaman zaman kara mizah da katmış film ve buradan da buruk bir tat çıkarmayı başarmış. İntihar yöntemlerinden biri ile ilgili şikâyet, jilet kutusunu açarken ve markette hazır erişte alırken yapılan uyarılar gibi kısa, doğal ve durum açısından absürt sayılabilecek bir mizahın örnekleri görüyoruz hikâyede. Umutsuzluk ve sonuçları üzerine ilerleyen bir filmde ve üstelik en olmayacak bir yer ve anda doğan dostluk/aşk üzerinden hayatı kutsayan filmin iki başrol oyuncusu her türden yapaylıktan uzak bir sadelikle, karakterleri arasındaki tuhaf yakınlaşmayı çekici kılmayı başarıyorlar. Albert Camus, “Gerçekten önemli olan bir tek felsefe sorunu vardır: İntihar. Hayatın yaşanmaya değer olup olmadığı konusunda bir yargıya varmak, felsefenin temel sorusunu da cevaplamaktır” demişti “Le Mythe de Sisyphe” (Sisifos Söyleni) adlı kitabında. KEFF burada bu temel soruyu doğrudan cevaplamıyor ama Taipei’nin soğuk neon ışıkları altında birbirlerini bulan iki yalnız ruhun hikâyesi üzerinden bir duruşu da net bir şekilde ortaya koyuyor.

(Visited 208 times, 2 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir