Terra em Transe – Glauber Rocha (1967)

“Yardımseverlik faaliyetleri yoksulluğu sadece erteler ya da daha kötüleştirir”

Siyasî faaliyetlere girişen bir şairin hayalî bir Latin Amerika ülkesi olan Eldorado’da idealleri ile politikanın gerçekleri arasında sıkışıp kalmasının hikâyesi.

Brezilya sinemasında 1960’lı yıllara damgasını vuran Cinema Novo akımının en önemli isimlerinden Glauber Rocha’dan Cannes’da FIPRESCI (Sinema Yazarları Örgütü) ödülünü ve Locarno’da Altın Leopar’ı kazanan ilginç bir çalışma. 1964 ile 1985 arasında askerî diktatörlükle yönetilen ülkede -her ne kadar hikâye hayalî bir ülkede geçiyor olsa da- çekilmesi bir hayli cesaret gerektiren film, Brezilya’dan yola çıkarak evrensel meselelere değinen, seyri dikkat gerektiren ve deneysel bir dili olan farklı bir yapıt. Büyük bir kısmı geri dönüşle anlatılan hikâyeyi takip etmek zor ve deneysel dil de bu konuda çok yardımcı olmuyor seyirciye ama sabırlı ve özenli bir seyirciyi ödüllendiren bir çalışma olmuş sonuç. Sinemanın politik olmaktan çekinmediği, hatta politik olmayı öne çıkardığı dönemden gelen bu yapıt politikanın ve politika ile hedeflenenlerin (reform, devrim vs.) erişilebilirliği (ve erişilemezliği) üzerine ilgiyi kesinlikle hak eden bir film.

İlginç sinemacıların ve onların farklı eserlerinin dünya sinemasına armağan edildiği bir akımdı Cinema Novo. Fransız Yeni Dalga ve İtalyan Yeni Gerçekçilik akımlarının yanında, özellikle içeriği açısından Sovyet sinemasından etkilenen bu akımın 1960 – 1964 arasındaki ilk döneminde işçi sınıfı ve yoksulluk ele alınırken ağırlıklı olarak, diktatörlük dönemine denk gelen ikinci döneminde (1964 – 1968) solun ve entelektüellerin demokrasiyi korumaktaki başarısızlıklarına eğilen filmler çekildi. Bu dönem aynı zamanda filmlerin halktan çok aydınlara seslenmesi eleştirisine de bir cevap dönemiydi ama işte Rocha’nın bu yapıtının da bir örneği olduğu gibi bunun ne kadar başarıldığı tartışmaya açık. 1968 – 1972 arasındaki son dönemde ise filmler ilk iki dönemin aksine daha profesyonel bir hava taşırken, sosyal meselelere yine eğilmekle birlikte işçi sınıfından olan halkın beklentilerine daha uygun bir hava taşıyorlardı. Gocha’nın bugün 1964 yapımı “Deus e o Diabo na Terra do Sol “ ve 1969 tarihli “O Dragão da Maldade Contra o Santo Guerreiro” ile birlike en çok bilinen ve konuşulan filmlerinden biri olan “Terra em Transe” politik yozlaşma (ve belki de bunun kaçınılmazlığı) ile halkın liderlere koşulsuz itaatinin neden olduğu çıkmaz sokakta kalan idealist bir adamın yaşadıklarını anlatırken, sineması ile oldukça entelektüel ve hatta avangart bir hava taşıyor.

Havadan ve oldukça yukarıdan çekilen bir deniz görüntüsü ile açılan filmde kamera sahile ve sonra dağ ve ormana kayıyor; bu sırada davul sesleri ve bir halk şarkısını duymaya başlıyoruz. Perdede “Atlantik’teki Eldorado Eyaleti” yazısı beliriyor ve trampet sesleri ile kendimizi valilik sarayında buluyoruz. Sonradan vali olduğunu anlayacağımız bir adam ve etrafındaki bazıları silahlı birkaç kişi öfkeli bir telaş içindeler; başkan tarafından istifası istenmiştir valinin ve aralarında şair Paulo’nun da olduğu bazıları gerekirse silah kullanarak direnmeyi önerirken, vali kanın kutsal olduğunu ve direnmenin bir iç savaşa yol açacağını söylemektedir. Paulo’nun cevabı ise “Tarih gözyaşlarıyla değişmez” olur. Sevgilisi ile birlikte elinde silahla yola çıkar Paulo ama güvenlik güçleri ile karşılaşırlar… Sonrası uzun bir geriye dönüşle Paulo’nun bu noktaya nasıl geldiğinin hikâyesi olur ve bu hikâye üzerinden Rocha Brezilya’yı ve ülkedeki politik durumu anlatırken, aslında genel olarak demokrasi, siyaset, liderler ve halk gibi konularda pek de iyimser olduğu söylenemeyecek bir yapıt getirir seyircinin karşısına.

Yukarıdaki özet doğrusal bir anlatıma ve kolayca takip edilebilecek bir olay örgüsüne işaret ediyor gibi olsa da, film hiç de öyle değil. “Şiirsel sözler”, görüntü ile konuşmaların zaman zaman örtüşmemesi, her zaman açık olmayan semboller, politik söylemlere uzak olanlar için takibi zor olabilecek konuşmalar vs. gibi unsurları ile geniş kitlelere hemen geçebilecek bir çalışma değil bu. Aslında olay örgüsünün kendisinden çok, hikâyenin temaları ve tüm o gösterdikleri ve işittirdikleri ile odağına aldığı meselelerin ne olduğu önemli bu film için. “Yoksullara teklif edilen her şey servetin kırıntıları olacak” (Arjantinli şair José Hernández’in epik şiiri Martin Fierro’dan bir alıntı), “Gökyüzünün akbabalara ait olması gibi, sokaklar da halkındır” (vali karakterinden duyduğumuz bu sözün ikinci kısmı çok eski bir ifade kuşkusuz ve örneğin 1912’de ABD’de kadınların oy hakkı için yapılan eylemlerdeki en popüler sloganlardan biriydi bu cümle), köylülerin “Toprak işleyenindir” düsturunu hatırlatan sözleri veya kendi sanatının toplumsal gerçekler karşısında “anlamsız” kalmasından ve siyasette gördüklerinden hayal kırıklığına uğrayan ozanın “Şiir manasız, sözcükler… sözcükler yararsız” ifadesinin arkasında yatıyor hikâye. Vali için çalışırken, ona “Bize bir siyasî lider gerek” diyen şairin bir yandan bir şeyler yapmaya çalışırken, öte yandan kendisini sefahate kaptırmasına kadar uzanan hayal kırıklığının içine düşerek tüm liderlerden uzak durması Rocha’nın ne anlatmaya soyunduğunun iyi bir özeti aslında. Sinemacının alıntılanan tüm bu diyaloglara rağmen filmini görsel olanı hep öne çıkararak anlatması önemli bir başarı. Bir politik meselenin demagojiye başvurulmadan dile getirilmesi ve -eğer varsa- manifestosunun görsel olarak şekillendirilmiş olması çok değerli. Bunu yaparken Rocha, işitsel tercihleri ile de dikkat çekiyor. İlginç ve doğru bir soundtrack’ten ses efektlerinin kullanımına ve sesin kurgulanmasına (örneğin final sahnesi) film seyirciyi kendisine çekmeyi başarıyor.

Karakterlerin sahne içinde bazen sanki bize konuşuyorlarmış gibi konumlandırılmalarını filmin politik içeriği ile ilişkilendirmek gerekiyor şüphesiz. Rocha bir bakıma kendi hayal kırıklığını şair karakteri üzerinden doğrudan bize geçirmeye çalışıyor sanki bu seçimi ile ve net bir şekilde başarıyor bunu. Halkla birlikte iktidara gelip ilk “çatışma”da halkın karşısına geçen politikacılar, politikacıların hedeflerinin aracı olan medya, kendi “kutsal” iktidarını dünyevî olanla daha güçlü ve sürekli kılmaya soyunan kilise kurumu ve sefih bir hayatın parçası olan burjuvazi gibi ögeleri hikâye boyunca karşımıza getiren yönetmen bu gösterdiklerini hep yerel unsurlardan seçmiş gibi görünse de, anlatılan tamamen evrensel bir hikâye. Devrim aşkı ile çıktığı yolda yönünü yitirenler, halkın iktidarını yaratmaya soyunup iktidarına halka rağmen sarılanlar, güçlerini korumak için kirli iş birliklerine girmekten çekinmeyenler ve bir liderin peşinden gitmekten hiç vazgeçmeyen halk… Kuşkusuz bunların tümü sadece Brezilya’da değil, dünyanın hemen her yerinde karşılaşılabilecek tecrübeler. Hikâyenin genlerine yerleşmiş görünen hayal kırıklığının arkasında yatan da bu olsa gerek.

Nisan 1967’de askerî yönetim tarafından yasaklanan film Brezilyalı ve Fransız sinemacıların protestolarından sonra, ödül aldığı Cannes ve Locarno’da gösterilebilmiş ancak. Doğrusu bu tür bir içeriği olan filmi askerî bir rejim altında çekmek ciddi bir cesaret gerektiren bir iş. 1971’de gönüllü bir sürgünü tercih ederek ülkesinden ayrılan Glauber Rocha’nın “Sanat sadece yetenek değildir, asıl olarak cesarettir” sözünü bu bağlamda hatırlamakta yarar var, filme emeği geçen tüm sanatçıları anarken. Hayal kırıklığının varoluşsal bir soruna dönüştüğü film aydınların sınıf mücadelesi, demokrasi, emperyalizm (hikâyedeki EXPLINT şirketi uluslararası sermaye aracılığı ülkelere giren emperyalizmin bir örneği) ve özgürlükler gibi konularda ne yapabileceği (ya da yapamayacağı) konusunda seyircisini düşünmeye ve bir değerlendirme yapmaya yönlendirerek, onların da cesur davranmasını bekliyor bir bakıma.

Dinamik kamera kullanımı, ses bandının etkileyici kurgusu ve görsel denemeleri ile bu ilginç film Cinema Novo’nun “Üçüncü Sinema” olarak adlandırılan türün neden önemli örneklerini verebildiğini de gösteriyor bize. Amerikan sinemasını kitlelere yönelik ticarî havası ile “birinci”, yaratıcı (auteur) sinema tercihi ile Avrupa sinemasını (Fransız Yeni Dalga, İtalyan Yeni Gerçekçi) “ikinci” olarak konumlandıran bakış, politik içeriği vurgulayarak ve “ikinci”nin karakteristik yanlarını koruyarak “üçüncü” bir türü işaret ediyordu. Rocha da burada “lidersiz bir hareket”i belki de bir umut olarak gösterirken, bir üçüncü yol olması gerektiğini söylüyor ama karamsarlığını hissettirmeyi de ihmal etmiyor.

(“Entranced Earth”)

(Visited 170 times, 2 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir