“Kendinden nefret ediyor. Bu yüzden, başkaları tarafından sevilmek için elinden geleni yapıyor”
Bir tiyatro yönetmeni, yeni oyununda birlikte çalışmak istediği alkolik bir oyuncu ve onun eşinin hikâyesi.
1955 yılının Oscar’larında en iyi filmin de dahil olduğu yedi dalda aday olup kadın oyuncu ve senaryo dallarında bu ödülü kazanan bir klasik. Clifford Odets’in aynı adlı oyundan George Seaton tarafından uyarlanan ve yönetilen film, üç yıldız oyuncusu (Grace Kelly, Bing Crosby ve William Holden) ile baştan bir çekiciliği garanti eden, Odets’in oyunundan gelen kimi güçlü diyalogları ile dikkat çeken ve Seaton’ın pek bir yaratıcılık içermese de klasik anlatım yöntemini ustaca benimseyen mizansen anlayışından aldığı destek ile görülmeyi hak ediyor. Hollywood’un o klasik günlerinden esintileri taşıyan filmin bugün bir parça eskimiş göründüğünü ve kaynağı olan tiyatro oyununun havasını gerektiği kadar sinemalaştıramadığını da söylemek gerekiyor.
McCarthy soruşturmaları sırasında, kısa süreli komünist parti üyeliği ve “sol” görüşleri nedeni ile başı derde giren ama “itiraflar”ı ve soruşturma komitesine verdiği isimler nedeni ile kara listeye girmekten kurtulan Clifford Odets’in oyunu sadece bu filme değil, ileriki yıllarda çekilen iki televizyon filmine de kaynaklık etmiş. Oyunun çekiciliği Odets’in güçlü diyalogları ve üç güçlü karakterinden kaynaklanıyor temel olarak ve elbette bir de yönetmen karakterinin seyirci ile eş zamanlı olarak alkolik oyuncu hakkındaki gerçeği keşfetme süreci. Bunlara yeteri kadar çekici oluşturulamamış olsa da aşk üçgenini ve Holden’ın karakterinin boşandığı eşi üzerinden vurgulanan “kadın nefreti” (mizojini) temasını da eklersek, film görülmeyi hak ediyor kesinlikle. Odets’in diyaloglarını çoğunlukla senaryosuna taşımış George Seaton ve üç yıldız oyuncunun ağzından duyduğumuz cümleler doğal bir çekicilik kazandırmış filme elbette. Özellikle Grace Kelly ile William Holden’ın ikili sahnelerindeki konuşmalar hayli iyi yazılmış. Buna karşılık bu sahnelerin ve pek çok diğerinin tiyatro havasından yeteri kadar kurtulamadığını belirtmekte fayda var. Oyunun gücünü üç oyuncu ile desteklemeyi yeterli görmüş gibi Seaton ve klasik sinema dilinden hiç şaşmadan anlatmış hikâyesini. Konuşmasız hemen hiçbir anının geçmediği filmin bugün biraz eskimiş görünmesinin en büyük nedeni de bu olsa gerek.
Yönetmen rolündeki William Holden’ın karakterinin telaşını ve önyargılarını doğru bir tonla sergilediği filmde her ikisi de Oscar’a aday olan ve ilki bu ödülü alan Grace Kelly ve Bing Crosby için bir iki şey söylemekte yarar var. Kelly hikâyenin büyük bir kısmında “sıradan ve vasat” bir ev kadını kıyafeti içinde ve üstelik hem yönetmenin hem seyircinin gözünde olumsuz görünen bir karakteri canlandırırken bir şekilde hem çekiciliğini korumayı başarıyor hem de karakterinin yorgun ama mücadeleyi yine de elden bırakmayan yanını başarı ile sergiliyor. Buna karşılık Seaton’ın filmin geneli için yaptığı tercihlere uygun olarak zaman zaman teatral bir hava takındığı da dikkat çekiyor. Bing Crosby ise özellikle ikinci yarıdaki dramatik anlarda alışılan tiplemelerinin çok dışındaki bir karakteri başarılı bir şekilde oynuyor ama tüm o müzikli sahnelerde o bildiğimiz Bing Crosby mimiklerinden bir milim bile sapmadan adeta kendisini canlandırıyor. Filmdeki müzikli sahneler, hikâyede hazırlıklarına ve sergilenmesine tanık olduğumuz müzikalden kaynaklanıyor ve Harold Arlen ve Ira Gershwin imzalı şarkılar gerçekten güzel ama seyrettiğimiz filme değil, filmde sergilenen müzikale ait bu şarkılar ve bu denli de eğreti duruyorlar açıkçası. Adeta Bing Crosby’nin varlığı üzerinden ilave bir çekicilik kaynağı olarak eklenmişler filme ve kesinlikle hikâyenin temposunu da bozuyorlar.
Senaryodaki “kadın düşmanlığı” Holden’ın karakterinin sona eren evliliğindeki kötü tecrübelerinden kaynaklanıyor ve bu tecrübeler onu ve onunla birlikte seyirciyi de önyargının sonucu olarak yanıltıyor uzun bir süre Kelly’nin karakteri hakkında. Elbette sosyolojik veya tarihsel bir analiz yok ortada ama, yine de filmin kadın erkek ilişkileri ve kadının konumu üzerine değinmeleri de önemli. Alkolik erkek oyuncu ile eşi üzerinden zayıf ve güçlü karakterler, erkeğin başarısının arkasında her zaman bir kadının olup olmadığı ve ikili ilişkilerde geleneksel rollerin doğruluğu üzerine de bir şeyler söylüyor filmimiz hikâyesini ilginç kılacak şekilde. Özetle, başta üç yıldızı ve Odets’in oyununun gücü olmak üzere, filmi seyre değer kılan unsurlar kesinlikle mevcut burada ve Holywood’un hikâye anlatmaktaki klasik ustalığı ile de bu unsurlar filmi görülmesi gerekli bir klasik yapmaya yetiyorlar.
(“Taşra Kızı”)