“Arkadaşın yok. Düzenli bir işin yok. Kız arkadaşın yok. Ucuz bir hayat sürüyorsun, asla soru sormuyorsun…evlat, çok kapalı bir hayat yaşıyorsun. O kadar kapalı ki başka hiçbir şeye yer yok. Ve bu gerçekten hüzünlü bir şarkı. Sorun şu ki, bu yıl hüzünlü şarkılar pek tutulmuyor. Belki de senin arkadaşın benim”
Soygunlarda sürücü olarak çalışan bir adam ve onu yakalamayı kafasına takan bir dedektifin hikâyesi.
Walter Hill’in yazıp yönettiği bir ABD yapımı. Yönetmenlik kariyerinin bu ikinci örneğinde anaakım sinemadan farklı bir denemeye girişmiş Hill ve film bugün nerede ise bir kült seviyesine ulaşmış olsa da zamanında özellikle ABD’de hem gişede başarısız olmuş hem de eleştirmenler tarafından beğenilmemiş pek. “Yaptığım her film bir western’di” diyen Hill burada da o türün havasını bir polisiyeye taşırken, her fırsat bulduğunda kovboy (country) şarkıları dinleyen ve dedektifin kovboy diye hitap ettiği sürücü karakteri ile de destekliyor bu durumu. Stilize bir üsluba göz kırpar gibi olan ama tam olarak bu türle de ilişkilendirmenin zor olduğu film, hikâyesini benzer filmlerin tüm süslerinden arındırarak bir saflığa ulaşmaya çalışan ve bunu kısmen de olsa başaran, tıpkı karakteri gibi soğukkanlı bir çalışma. Hill’in kariyerindeki tüm diğer filmlerinden ayrı bir yerde duran ve Amerikan sinemasından Fransız sinemasına yakınlığı ile dikkat çeken ilginç bir çalışma bu.
Kendisini kiralayan çetelere soygunun ardından kaçmaları için sürücülük yapan ve işinde usta bir adam “Sürücü”. Diğer tüm karakterler gibi o da tüm filmde sadece işi ile veya bir özelliği ile anılıyor ve ismini hiç duymuyoruz. Bu seçimi ile Hill sanki tek bir bireyden çok bir tiplemeyi anlatmaya soyunmuş gibi görünüyor ama öyle kendine has özellikleri olan biri ki Sürücü, bu tekilliği onu herhangi bir başka şeyin sembolü olmaktan uzak tutuyor. Hill 1975 tarihli ve ilk yönetmenlik çalışması olan “Hard Times – Çıplak Yumruk”ta olduğu gibi senaryoyu yine basit tutarken, bu kez bir adım daha ileri giderek nerede ise minimalist denebilecek bir hikâye anlatıyor seyirciye. Kelimenin tam anlamı ile “cool” bir karakter var karşımızda: Konuşmayı pek sevmiyor, amatörlerle çalışmıyor, yalnız bir hayat sürüyor, hiç arkadaşı yok ve silah kullanmıyor (ya da kullanmadığı düşünülüyor). Suçluları olay mahallinden kaçırırken gösterdiği sürücülük becerisi göz kamaştırıcı bir düzeyde. Her biri gösterişli ama gerçekçi olmayı da başaran ve etkileyici çekilmiş arabalı takip sahnelerinde başardıkları gerçekten müthiş. Yeteneğinden o derece emin ki becerisini sorgulayan iki suçluya kapalı bir katlı otoparkta yaptığı gösteri ile onları hem korkutuyor hem de akıllarını başlarından alıyor. Peşinde ise ona kafayı takmış bir “Dedektif” var. İşinde en iyisi olduğunu düşünen, peşine düştüğünü yakalamak için uygunsuz yollara sapmaktan çekinmeyen ve ekip arkadaşlarına da sık sık ukalalık eden bir polis bu. Hikâyenin bir üçüncü ana karakteri ise “Oyuncu” (ilk sahnesinde kumar masasında görüyoruz onu ve ismi de buradan geliyor) adı ile anılan bir kadın. Sürücü için sahte tanıklık yapıyor para karşılığı ve hikâye ilerledikçe ana karakterlerden de biri oluyor gelişmeleri etkileyecek şekilde.
Walter Hill bu çalışmasının esin kaynakları arasında ABD’li ressam Edward Hopper’ı ve Jean-Pierre Melville’in 1967 yapımı “Le Samouraï – Kiralık Katil” filmini gösterirken, kendi filmi de Nicolas Winding Refn’in 2011 yapımı “Drive – Sürücü” filmine ilham vermiş (Peter Labuza’nın Hill’in filmin görsel atmosferini kurarken Hopper’dan nasıl yararlandığını filmden kareler ve Hopper’ın tablolarını eşleyerek inceleyen ilginç bir incelemesi: https://labuzamovies.com/2013/03/11/hill-hopper-mann-a-study-in-stoicism/ ). Böyle bir “entelektüel” esinlenmenin peşine düşen Hill’in kariyerinde daha sonra ticarî sinemanın gerekliliklerine tamamen boyun eğmesi Amerikan sinemasının tüm yetenekleri ve yaratıcılıkları nasıl kendi kazanı içinde eritip, uysallaştırdığına iyi bir örnek olsa gerek. Peki, Hill böylesine iyi ve doğru bir niyetle yola çıkıyor ama nereye erişiyor? Görsel olarak gerçekten de, görüntü yönetmeni Philip H. Lathrop’un çalışması ile, ulaşlıan bir başarı var ortada: Yarı-soyut bir anlayışa göz kırpan, şehrin gecelerini ve soğukluğunu perdeye taşıyan, karakterleri dünyadan yarı-soyutlanmış bir halde sergileyen bir görselliği var filmin ve onu zaman zaman stilize bir üsluba sahip kılan da bu. Sorun, buna kesin olarak bir sorun denmeli mi emin değilim ama, filmin çekiciliğini azaltan bir sonuç verecek şekilde, Walter Hill’in farklı bir dil ve atmosfer arayışında sonuna kadar gitmemiş gibi görünmesi. Dolayısı ile film bir anaakım filmi için fazlası ile minimalist görünürken örneğin, özellikle minimalizmin hedeflendiği bir eser için de fazlası ile “normal” duruyor. Bu durum da sonuç olarak, özellikle ticarî ama sıkı bir aksiyon/polisiye bekleyenler için hayal kırıklığı yaratabilir ki filmin gişe başarısızlığını da açıklayabilir bu.
Sürücü karakterinde bu tür bir rolde görmenin pek beklenmediği Ryan O’Neal yer almış. O ve Oyuncu’yu canlandıran Fransız Isabelle Adjani duygulara ve mimiklere gem vurulmuş, bilinçli bir soğuklukla oynuyorlar ve filmin biçimsel anlayışına ve yaratılmak istenen atmosfere uygun bir performans sunuyorlar. Ne var ki tam da bu nedenle iki oyuncunun performansının sıradan seyircinin gözünde fazlası ile ham ve duygusuz görünme riski de var açıkçası. Dedektif’i oynayan Bruce Dern’in performansı ise zıt bir uçta duruyor; onun duyguların ve düşüncelerin çok daha fazla açığa vurulduğu performansı alışılagelen bir oyunculuğa daha yakın duruyor. Sinemanın gelmiş geçmiş en soğukkanlı karakterlerinden birini (kendisine doğrultulan, hatta ateşlenen silah olduğunda bile kılı kıpırdamayan bir karakter bu, özellikle “Durma, çek tetiği” sahnesinde tanık olduğumuz gibi) canlandıran Ryan O’Neal belki sinemanın en yetenekli oyuncularından biri değil ama buradaki “durgunluğu” bilinçli bir tercihin sonucu ve yönetmenin amaçlarına da uygun.
Tüm takip sahnelerinin göz doldurduğu, büyük bir depo içinde arabaların birbirini sessizlik içinde takip ettiği sahnede yaratılan orijinal gerilimin dikkat çektiği, karakterlerin geçmişleri ve özel hikâyeleri hakkında pek bir şey söylenmediği halde bunun bir problem yaratmadığı film görsel atmosferi ile yakaladığı başarıyı hikâyesinde de gösterebilse ve Sürücü ile Dedektif arasındaki mücadeleyi daha güçlü kılabilse, muhtemelen -ticarî sinemadan bu kadar uzak durmasına rağmen- seyirciden daha fazla ilgi görürdü. Yine de sadece Hill için değil, Amerikan sineması için de farklı bir deneme bu ve ilginç baş karakterinin “sessiz çekiciliği” ile görülmeyi kesinlikle hak ediyor.
(“Sürücü”)