The Great Gatsby – Jack Clayton (1974)

“Tom ve Daisy düşüncesiz insanlar. Etraflarındaki her şeyi mahvederler ve sonra o büyük umursamazlıklarına veya onları bir arada tutan her ne ise oraya çekilirler, ve neden oldukları pisliğin temizliğini başkalarına bırakırlar ”

Gizemli bir zengin adam ve yeniden elde etmeye çalıştığı eski aşkının hikâyesi.

F. Scott Fitzgerald’ın aynı adlı ve Amerikan edebiyatının en başarılı örneklerinden biri olan romanından uyarlanan bir film. Bugüne kadar biri sessiz sinema döneminde olmak üzere sinemaya üç kez uyarlanan romanın 2013’de gösterime girecek dördüncü uyarlaması Baz Luhrmann tarafından çekiliyor. “Romeo and Juliet” örneğinde olduğu gibi Luhrmann yine marijinal bir uyarlama mı yapıyor bilmiyorum ama yirminci yüzyıl edebiyatının bu parlak örneğinden çekilen bir filmin roman ile karşılaştırılmaktan kurtulması mümkün değil. 1974 tarihli bu Jack Clayton filmi romanın büyüklüğünü veya daha doğru bir deyiş ile derinliğini aktaramayan ama yine de kimi çekici yanları olan bir çalışma.

Aralarında “Room at the Top” ve “The Innocents” gibi parlak örneklerin de olduğu sadece yedi sinema filmi çekmiş olan Jack Clayton’ın senaryosunu Francis Ford Coppola gibi büyük bir ismin yazmış olduğu bu filmde neden çarpıcı bir başarıya ulaşamadığına birkaç farklı açıklama verilebilir. Belki doğru olmayan ama kaçınılmazlığı da açık olan roman ile karşılaştırmadan yenik düşmesi bu nedenlerin en başta geleni muhtemelen. Yıllar önce okumuş olmama rağmen hâlâ net bir şekilde hatırladığım olay görgüsü, atmosferi ve başta Gatsby ve sevgilisi Daisy olmak üzere karakterlerin her biri gibi unsurların herhangi biri filmde karşılığını bulamamış. Gatsby ile Daisy arasındaki ve özellikle Gatsby’de yıllara yayılan tutkunun sinemasal karşılığı yok bu filmde. Mia Farrow’un aksamadan canlandırdığı Daisy karakterinin filmdeki hali ile hangi özelliğine Gatsby’nin yıllara yayılan bir tutku duyduğunu anlamak imkânsız nerede ise. Robert Redford’un Gatsby karakteri ise romandaki büyüleyici gizemi taşımaktan çok uzak ve Redford belki senaryonun/yönetimin etkisi nedeni ile silik bir Gatsby olmaktan kurtulamamış. İki kez Redford’u karanlıkta bir duvarın üzerinde ve alttan çekimle göstermek karakterin heybetini ve çekiciliğini yansıtmak için yeterli bir görsel çaba olamamış ne yazık ki. Senaryonun zaman zaman Nick karakteri üzerinden dış sesle bir anlatıcıya yer vermesi hikâyeye bir şey katmadığı gibi arada başvurulup sonra sıklıkla unutulan bir yöntem olarak da adeta senaryonun bazı anlarda sıkışınca sığındığı bir liman olarak görünmesine neden oluyor. Douglas Slocombe’un görüntü çalışması genel olarak oldukça başarılı iken gün batımı/gün doğumu kareleri için yapay bir hava yaratan kırmızı/sarı filtre kullanımı rahatsız etmiyor da değil.

Set ve kostüm tasarımları filmin en parlak yanlarından biri ama bu öğeler de filmin cansız görünmesine engel olamıyor. Fitzgerald’ın ABD’nin 1920’li yıllardaki “Caz Çağını” benzersiz bir şekilde anlatan romanını onca dans sahnesine, zengin ve gösterişli setlere rağmen film sinema perdesine yansıtamamış. İçki yasağı günlerindeki yasadışı işler, ahlâki ve sosyal yozlaşma, zenginliğin sadece bir hedefe değil aynı zamanda hayatın tek anlam kaynağına dönüşmesi filmde layıkı ile anlatılamamış ve karakterlerden birinin “sonsuza dek yaşayamayız” diyerek ağlaması da bu dönemin havasını özellikle bilmeyenlere aktaracak bir güce sahip değil tek başına. Filmin en dikkat çekici isimleri olan Nick rolündeki Sam Waterstone, Myrtle rolündeki Karen Black ve onun benzinci kocası rolündeki Scott Wilson da bu üzerine zaman zaman ölü toprağı serpilmiş gibi görünen filme hayat vermek için yeterli olamamışlar. Fitzgerald’ın sözleri ile “sonsuz bir güven yaratan” Gatsby ve “sesi para tınlayan” Daisy’nin bu hikâyesi özetle sinema perdesinde hak ettiği karşılığı bulamamış. Belki de filmin temel problemi Fitzgerald’ın romanının ruhunu yeterince ele almayıp nerede ise sadece bu aşk hikâyesine odaklanmış olması. Roman Fitzgerald’ın kendi sözleri ile “kaderi kötü olan bir aşk hikâyesini” değil “aylak zenginliğin zalimliğini anlatıyor çünkü. Başlayıp bitirene kadar sabahladığım bir kitaptan zaman zaman ruh eksikliği nedeni ile yoran bir filmin çıkması belki de filmin bende neden olduğu hayal kırıklığının temel nedenidir. Eğer romanı okumadı iseniz, filmin sonuna doğru Nick’in Gatsby’e söylediği “sen tek başına tümünden daha değerlisin” cümlesini doğru anlamanızın çok zor olması da filmin nerede aksadığını çok iyi gösteriyor.

(“Muhteşem Gatsby”)

(Visited 183 times, 3 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir