The Hospital – Arthur Hiller (1971)

“Yani iktidarsız dediğimde sadece cinselliği kastetmiyorum. İktidarsızım dediğimde, çalışma arzumu bile kaybettiğimi söylemek istiyorum. Bu seksten çok daha temel bir arzu. Var olma nedenimi…amacımı kaybettim. Gerçekten sevdiğim tek şeyi”

Her şeyin zıvanadan çıkmış göründüğü bir hastanenin kendisi de kişisel bunalımlarından muzdarip yöneticisinin hikâyesi.

Paddy Chayefsky’nin kaleminden çıkan kara mizah ve yergi karışımı senaryodan Arthur Hiller’in çektiği 1971 yapımı bir film. Ortalarından itibaren dozu kaçan “acayipliği” nedeni ile zayıflayan film George C. Scott’ın çarpıcı bir performans sergilediği bir çalışma. Beş yıl sonra yine onun senaryosundan çekilen Sidney Lumet filmi “Network – Şebeke” ile televizyon/medya dünyasından çarpıcı bir eleştirel resim çıkaran Chayefsky, burada sağlık sektörünün sembolü olan hastane üzerinden her anlamı ile çökmüş bir toplum ve onun öfkeli ve kendisini arayan bireylerini getiriyor görüntüye.

Açılışta ve hikâye boyunca zaman zaman anlatıcı rolünde seyirciye olanları anlatan/açıklayan sesin sahibi ve yapımcılardan birisi olan Chayefsky filmin üzerinde epey bir kontrol sahibi olmuş yapım süreci boyunca ve oyuncuların çoğunu da o belirlemiş. Dolayısı ile filmi -zaten Arthur Hiller’ın yönetmen olarak sonuca pek de katkıda bulun(a)madığını düşünürek- bir yönetmen filminden çok bir senarist filmi olarak görmek ve değerlendirmek daha doğru gibi görünüyor. Hikâye boyunca seyirciye adı hiç söylenmeyen bir hastanede geçen olayları anlatan filmin bu anlattıklarını hastaneyi toplumun bir sembolü olarak kullanarak dile getirdiğini söylemek doğru olur sanırım. Her daim kalabalık, hastaların, doktorların, hemşirelerin hep koşuşturduğu ama hiçbir şeyin yolunda gitmediği ve yanlış tedaviler, ölen doktorlar ve hastalar, yanlış anlamalar ve hırsızlıklar ile dolu bu hastane tüm unsurları ile çökmüş bir toplumu simgeliyor adeta. Chayefsky’nin senaryosu birkaç farklı sahnede, çok net konuştukları halde birbirlerini anlamayan karakterleri karşımıza getirirken hastanedeki (toplumdaki) iletişimsizliğin altını çiziyor. Hastanenin (toplumun) iyi niyetli ve çalışkan yöneticisinin (liderinin) tüm zekâ ve becerisine rağmen hiçbir şeyi yoluna koyamadığı bu kurum (devlet) adeta distopik bir resmin örneği olarak sergileniyor. Scott’ın karakterinin içine tam anlamı ile girerek tüm ruh halini, korkularını ve çabalarını müthiş bir biçimde somutlaştırdığı kahramanımızın intihar eğilimi ve derin depresyonu seyirciye bu toplum için “yukarıdan” gelecek bir kurtuluş olmadığını da söylüyor. “Network – Şebeke” filmindeki “mesih sunucu” gibi yine bir mesih var karşımızda ama buradaki “mesih” doktor değil hastalardan biri ve finalin de gösterdiği gibi o da toplumun kendisi kadar çıldırmış durumda.

Chayefsky baş karakterimizi onun ağzından alaycı bir biçimde söylettiği gibi “tipik bir Amerikan aile babası” olarak gösteriyor: Çatırdayan bir evlilik, anarşist ama bu ideolojisini babasının deyimi ile yüzeysel olarak anlamış bir oğul ve henüz 17 yaşındayken iki kürtaj yaptıran ve uyuşturucu kullanan kızı ile bu baba bir iktidarsızlığın da sembolü oluyor. Evet, iktidarsızlık kelimenin iki anlamı ile de hikâyenin odağına yerleştirilmiş. Cinsellik alanındaki iktidarsızlığını filmin kimi en zayıf ve başarısız türden tuhaf sahnelerinde karşılaştığı kadın ile “halleden” kahramanımız, finalde pes etmekten vazgeçmiş olsa da yönetsel iktidarsızlığını pek çözebilecek gibi görünmüyor. Filmin özellikle ikinci yarısında ipin ucunu hayli kaçırdığı tuhaflığı da bu yönetsel iktidarsızlık etrafında dönüyor. Hastanenin uyuşturucu tedavi merkezi yapmak için içinde yaşayanları atmaya çalıştığı ev için yapılan protesto gösterilerine katılanların oldukça şematik çizilmiş olması, senaryodan kaynaklanan nedenlerle kahramanımızın zaman zaman didaktik nutuklar atmak zorunda kalması ve onun adeta sonradan Amerikan yeni sağının epey kullanacağı “liberal demokrat beceriksizliğin” sembolü olarak içki ve uyuşturucu bağımlısı bir karaktere büründürülmesi filme zarar vermiş kesinlikle. Senaryonun sık sık bir karakterin diğerine uzun uzun bir şeyler anlatması -dile getirilen cümleler kimi anlarda oldukça güçlü olsa da- ve bunun en zayıf örneklerinden biri olarak da kadının babasının hayatındaki radikal değişikliği daha yeni tanıştığı kahramanımıza anlatmaya soyunması filmin epey sırıtan yanlarına örnek olarak gösterilebilir. Doktorumuz ile kadın arasında “tecavüzle başlayan” ve hızla gelişen aşkın ise hikâyedeki amacı ne olursa olsun oldukça rahatsız edici olduğunu da söylemek gerek.

İlk yarısında ciddiyetini yitirmeyen bir kara mizah ve yergiyi başarı ile kullanan ama sonradan acayipleşerek bu doğru ciddiyetini hızla yitiren filmde Scott’a karakterinin yeterince iyi çizilmemiş olmasına rağmen başarı ile eşlik eden Diana Rigg’in oyununun da öne çıktığı çalışma çöken bir sistemin eksik ama etkileyici bir resmini çizmiş olması ile de ilgiyi hak eden bir klasik, daha doğrusu bir yarı-klasik.

(“Hastane”)

(Visited 217 times, 5 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir