Guys and Dolls – Joseph L. Mankiewicz (1955)

“Babam her zaman derdi ki bir erkeğin acele edeceği tek zaman polisin baskın yaptığı zamandır”

Bir kumarbaz ve girdiği iddia nedeniyle baştan çıkartmaya çalıştığı dindar kadının hikâyesi.

ABD’li yazar Damon Runyon’un farklı hikâyelerinden Joe Swerling ve Abe Burrows tarafından Frank Loesser’in söz ve müzikleri ile önce müzikal olarak sahneye uyarlanan ve 1955 yılında Joseph L. Mankiewicz ve -jenerikte adı geçmese de- Ben Hecht’in senaryosu ile sinemaya aktarılan bir eser karşımızdaki. Kariyerindeki ilk ve tek müzikal rolü ile Marlon Brando, nispeten ikincil bir rolde karşımıza gelen Frank Sinatra, Jean Simmons ve Vivian Blaine’den oluşan zengin kadrosu, kimi hayli parlak şarkıları ve özellikle anlatımın dansa dönüştüğü ve koreografisi ile dikkati çeken müzikal sahnelerinin zenginliği ile seyirciye keyifli anlar yaşatan filmin gereğinden fazla uzun olması, hemen tüm Mankiewicz senaryolarında olduğu gibi konuşmalarının bir parça fazlalığı ve zaman zaman temposunun düşmesi de dikkat çekiyor.

Michael Kidd’in çarpıcı ve dansların/dansçıların çekiciliğini arttıran koreografisi ile dikkat çeken film sadece danslardan oluşan bir sahne ile açılıyor. Film boyunca dinleyeceğimiz şarkılar açısından uvertür de diyebileceğimiz bu bölüm hayli eğlenceli olsa da hikâyeye doğrudan bir katkı veya giriş sağlamıyor ve filmin gereksiz uzunluğunu açıklayan örneklerden de biri oluyor. Benzer şekilde Havana’da geçen sahne de hayli uzun tutulmuş. Ne var ki bu sahne romantizmi, Brando ve Simmons’ın oyunları ve Mankiewicz’in zarif yönetmenliği ile o denli başarılı ki bu uzunluk rahatsız etmiyor kesinlikle. Çapkın kumarbazımızın saf bir bakireyi baştan çıkarma hikâyesi elbette tam da tahmin edileceği gibi sonlanıyor ve film ne Amerikan muhafazakar değerlerine ne de eğlenceli karakterlerinin keyifli hayatlarına zarar veriyor ama 1955 yapımı bir müzikalden aksini beklemek elbette gerçekçi olmazdı. Kaldı ki iki “kötü” karakterimizden asıl öne çıkanın Marlon Brando olduğunu unutmamak gerek. Evet, Brando! Sinema tarihinin en usta oyuncularından biri olan sanatçı bu tek müzikalinde en güçlü oyunlarından birini göstermiyor ve zaten filmin de ondan böyle bir beklentisi yok gibi görünüyor ama filme kattığı cazibenin hakkını teslim etmek gerek. Örneğin Simmons ile ilk öpüşmelerinden sonra kapının önünde şapkasını taktığı andaki hınzır gülümsemesi ve bakışı unutulmayacak bir güzellikte. Bu gülümsemenin hemen öncesinde Simmons ile birlikte söyledikleri “A Woman in Love” şarkısı ve aslında tüm bir sahne hem filmin hem genel olarak tüm müzikal sinemanın doruk noktalarından biri olarak unutulmazlar arasına giriyor.

Filmin bir tutarlılık sorunu olduğunu söylemek gerek. En keyifli iki müzikal an filmde bir revü sanatçısını canlandıran Vivian Blane’in parlak performansı ile keyif veren, koreografisi ve müzikale yakışan renk ve cümbüşü ile dikkat çeken sahnelerde yaşanıyor ama bu sahnelerin filmin hikâyesi ile hiçbir ilgisi yok. Benzer bir tutarsızlık da yine çekicilikleri hayli yüksek ve sadece müzik ve danslardan oluşan açılış, kapanış ve yer altındaki kumar sahnelerinde geliyor karşımıza. Bu çok başarılı anlardaki atmosfer ve üslup filmin zaman zaman düşen temposuna ve klasik müzikallerdeki konuşma-dans-konuşma anlayışına çok zıt düşüyor açıkçası. Mankiewicz’in senaryosunu gereğinden fazla konuşma ile doldurması nedeni ile de oluşan tempo düşüklüğü karşısında yine de bu dans anlarının filme epey enerji sağladığını söylemek gerek. Kısa bir sahnede de olsa dans eden ve en ideal müzikal şarkıcısı olmasa da şarkı söyleyen bir Brando ve belki ondan da çok rolü bir parça geride kalan Sinatra, tam bir müzikal oyunculuğu -hem dramı hem müzikaliteyi ıskalamayarak- sergileyen Simmons ve hikâyeye epey eğlence katan Blaine’in varlıkları da filmin arada düşen temposunun rahatsız edici olmamasını sağlamışlar kesinlikle.

Sinema tarihçileri Sinatra’nın filmde ikinci planda kalmaktan çok rahatsız olduğunu ve aslında Brando’nun oynadığı rolü istediğini yazıyorlar. Bu durumun ne kadar etkisi var bilmiyorum ama senaryo bu iki ünlü oyuncuyu beklenenden çok daha az bir araya getiriyor hikâyede ve zaman zaman farklı filmlerde oynadıklarını düşünmenize bile neden olabilir bu tercih. Belki de bu nedenle Sinatra aksamıyor ama kendisinden beklenen katkıyı da pek yapamamış görünüyor açıkçası. Kaldı ki Brando’nun sadece varlığı ile aydınlattığı sahneleri düşününce Sinatra’ya hak vemek pek de mümkün değil. Özetle, Havana’daki romantik, dans ve şarkılı, kavgalı ve baştan çıkarmalı sahne başta olmak üzere, müthiş koreografili dansları, Brando’nun akıllıca düşünülmüş hafif oyunu ve o dayanılmaz masum çapkın bakışı ve kimi şarkıları ile seyredilmesi gereken bir müzikal bu film.

(“Gönül Yolu”)

(Visited 104 times, 1 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir