Truman Capote’nin “novella” türünden bu eseri Amerikan edebiyatının klasiklerinden biri. Edebiyat tarihine “Holly Golightly” karakterini kazandıran kitap sinemaya, televizyona, tiyatroya ve müzikale uyarlanmış ve hatta Deep Blue Something grubunun aynı isimli şarkısına da esin kaynağı olmuştu. Blake Edwards’ın sinemadaki uyarlamasını gördükten sonra kitabı okumak, okuma keyfini hem artıran hem de azaltan bir etkiye sahip aslında. Artırıyor çünkü çılgın, uçarı ve şaşırtıcı karakterine hazırlıklı olduğunuzda daha bir üzerinde durarak ilerliyorsunuz okurken; buna karşılık azaltıyor da çünkü Audrey Hepburn’ün filmdeki performansı o denli kalıcı bir etkiye sahip ki okuma tecrübesi boyunca okuduğunuzun önüne geçebiliyor onun görüntüsü. İşin ilginç yanı, Capote’nin pek çok farklı kadından esinlenerek oluşturduğu bu karakteri kafasında canlandırırken Hepburn’den çok Marilyn Monroe gibi bir ismi hayal etmiş olması. 1940’larda geçen kitabı 1960’lara taşıyan filmin anlatıcı rolündeki yazar adayını kitaptakinden hayli farklı oluşturmuş olduğu da dikkat çekiyor. Capote kendisinden de yola çıkarak yaratmış bu yazar karakterini ve bir bakıma o karakterin de yazar olma macerasını eşlik ettirmiş hikâyeye ama filmde kitabın bu yanı bir parça kaybolmuş görünüyordu.
Capote’nin bir “Amerikalı Geyşa” olarak tarif ettiği Holly Golightly “bir kedisi ve bir de gitarı” olan, her erkeğin sevgilisi ve hayatını erkeklerle “gezip dolaşarak” kazanan ve bir gün onlardan biri ile evlenme hayli ile yaşayan bir genç kadın. Kitap ilerledikçe onun geçmişte yaşadığı trajedileri de öğreniyoruz ama yazar usta kalemi ile kitabının hüzünlü ve uçarı havasını hiç bozmadan aktarmayı başarıyor bunları. Adeta karakterinin olumsuz hiçbir şeyin üzerine yapışıp kalmamasını sağlayan kişilik özelliği gibi o da kitabının havasını bozmasına izin vermiyor bu anlattıklarının. Holly bir yazar için çok ilginç bir karakter kuşkusuz ve kitaptaki yazar adayının aslında bir bakıma Capote’nin kendisi olduğunu düşündüğümüzde sanatçı ve yarattığı karakterin karşılaştığı bir eser olarak da görebiliriz Capote’nin bu klasiğini.
Kitapta Holly’nin söylediği ve “Uyumak istemem / Ölmek istemem / Gezmek isterim yalnızca / Gökyüzünün çayırlarında” sözlerine sahip olan şarkı benzer havası olan ama tamamen farklı sözlerle yer almıştı filmde ve Henry Mancini’nin “Moon River” adlı bu şarkısı Ocar da kazanmıştı. Hem kitaptaki sözler hem de Mancini’nin şarkısının sözleri edebiyat tarihinin bu gizemli (hikâye boyunca gizem yavaş yavaş çözülüyor olsa da, bir yeni gizemi de sürekli üreten bir karakterden söz ediyoruz) karakterine çok uygun düşüyor. Capote’nin kıvrak kaleminden çıkan benzersiz karakteri ile okunmayı hak eden bir kitap bu ve bu karakterin büyüsüne kapılmış bir yazar adayının ağzından anlatıldığı için “bir yazarın ses verdiği bir başka yazarın “hatırladığı” bir kadının hikâyesi” olarak nitelenmeyi ve ilgiyi hak eden bir klasik özet olarak.
(“Breakfast at Tiffany’s”)