Tony Rome – Gordon Douglas (1967)

“Fahişe sadece bir lakap ve sadece dostlarım bana öyle der”

Bir özel dedektifin kayıp bir broş ve sarhoş bir genç kız ile başlayan karmaşık bir olayı çözme çabasının hikâyesi.

Yorgun ve rolüne oturmamış görünen bir Frank Sinatra’nın üzerine kurulu film 30’lu ve 40’lı yılların Humphrey Bogart’lı kara filmlerine öykünen, kadınların yine erkeklerin gözünden görüldüğü ve anne veya fahişe sınıflarından birine oturtulduğu, hikâyesi yeterince çekici olmayan ama yine de 60’lardan getirdiği esinti ile seyredilebilir bir film. Bir yıl sonra yine Gordon Douglas tarafından ve Frank Sinatra’nın aynı karakteri canlandırdığı bir devamı da çekilen film Sinatra’nın zenginlerin akıl erdiremediği “yoz” dünyasına bulaşan dedektif rolündeki olmamışlığı ile garip duruyor bir yandan da.

Nancy Sinatra’nın seslendirdiği bir Lee Hazzlewood çalışması ile açılan filmin bu şarkısı belki aynı ikilinin “These Boots Are Made for Walkin'” veya “Summer Wine” şarkıları kadar çarpıcı değil ama yine de hoş bir giriş sağlıyorlar filme. Eski polis yeni dedektif, hem babacan hem çapkın, günümüzde Bruce Willis’in devralmış göründüğü ve en zor koşullar altında bile espri yeteneğini kaybetmeyen kahramanların eski örneklerinden biri Sinatra’nın zaman zaman sıkılmış bir havada canlandırdığı bu adam. Daha çok 60’lı ve 70’li yılların polisiye televizyon dizilerinden biri gibi duran film o dönem filmlerinin sinemasal kalitesi ne olursa olsun ve biraz da nostaljinin doğurduğu bir etki ile sahip olduğu cazibeyi tam anlamı ile taşımıyor. Sinatra’nın varlığını doğrulamak için filmde yer almış gibi görünen onca kadın karakterinin hepsinin elbette bir şekilde onun (bizim de varlığına ikna olmamız beklenen ama dürüst bir yaklaşım ile bakılırsa filmde pek de kendini göstermeyen) cazibesinden etkilenmesi anlaşılabilir bir durum belki filmi yapanlar açısından ama bu kadın karakterlerin o dönemin koşullarına uygun bir ölçüde erotik kullanımı ve biri hariç tümünün onun yanında aciz görünmeleri bugün rahatsız edebilir seyredeni. Bağımsızlığını ve kişiliğini korur gibi görünen ve Jill St. John’un tüm zarifliği ile özel bir hava kattığı karakteri de Sinatra’nın “yardımcısı” olma rolünden öteye geçemiyor ve zaten finalde de “namuslu” kadın olmayı seçerek kendisini özel kılan tek durumu da yok ediyor.

Hollywood sinemasının hemen tüm filmlerde dedektifleri (ve özellikle de eskiden polis olan dedektifleri) çok zeki ve becerikli, polisleri ise en hafif deyimle beceriksiz göstermesi burada da kendini gösteriyor elbette. Polisler hep geriden geliyor ve ancak dedektifimize yardımcı oldukları durumda bir anlam ifade ediyorlar. Bir devam filmini gerektiren nasıl bir cazibesi olmuş bu filmin bilinmez ama yine de hafif, esprili ve kadınları ile çekici bir dedektiflik hikâyesi izlemek isteyenler için.

(Visited 72 times, 1 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir