Die Wälder Sind Noch Grün (Ağaçlar Hâlâ Yeşil) – Marko Nabersnik : Birinci Dünya Savaşı’nın başlangıcının yüzüncü yılında, Sloven sinemacı Marko Nabersnik’ten Avusturya – Slovenya ortak yapımı olarak çekilen ve savaşı, insanlığın en büyük cinayetini bir kez daha hatırlatan bir film. Büyük bir kısmı iki oyuncu arasındaki sahnelerle geçen film bu iki oyuncusunun, ilk filminde oynayan Michael Kristof ile Simon Serbinek’in performanslarından güç alan bir çalışma. Nabersnik’in Robert Hofferer ile birlikte yazdığı senaryo veya genel olarak film savaş üzerine yeni şeyler söylemiyor aslında ama savaşın doğasını iki karakter, özellikle de Kristof’un canlandırdığı genç asker, üzerinden ve içe dönük bir anlatımla karşımıza getirirken, “anlamsız bir cinayet”i sakin bir dil ve tempo ile ve seyircisini filmin karakterlerinden biri yaparak başarıyor bunu . Çoğunlukla el kamerası kullanan yönetmen, başarılı mekan tasarımından ve Milos Srdic’in iç ve dış mekanları etkileyici şekilde kullanan görüntülerinden de akıllıca yararlanmış görünüyor. Finaline kadar hiç müzik kullanmayan film sessizlikten de etkileyici şekilde yararlanmış. Savaşın insan onurunu ne kadar kırabileceğini gösteren bir tuvalet sahnesi, genç askerin su almak için gittiği dere kenarında yaşadığı korku ve filme -biraz ayrıksı dursa da- farklılık kazandıran generalin huzuruna çıkma sahnesi gibi önemli anları da olan filmin iki de kusuru var. Finalinde günümüzde bir savaş müzesine uğrayan film bu tercihi ile yüreklere dokunmayı hedeflemiş ve bunu başarmış belki ama anlattığı hikâyenin kendi başına yeterli olan dramının üzerine gereksiz bir ek yapmış. Nabersnik’in bir sahnede kamerayı adeta iki askeri gözetleyen bir düşman askeri gibi konumlandırması ve bu sahneyi nispeten uzun tutması ise filmin genelinde böyle bir “düşman varlığı” veya daha doğru bir deyişle “düşmanın gözünden bakış” söz konusu olmadığı için biraz uyumsuz bir sonuç ortaya çıkarmış.
(“The Woods Are Still Green”)
Difret (Cesaret) – Zeresenay Berhane Mehari : Zeresenay Berhane Mehari’nin ilk uzun metrajlı filmi olan çalışma Etiyopya’nın bu yılki “Yabancı Dildeki En İyi Film” Oscar’ının adayı olan ve ABD ile ortak olarak yapım olarak çekilen bir çalışma. Ülkedeki erkeklerin evlenmek istedikleri genç kızları kaçırma geleneğinin sonuçlarına ve çocuk yaştaki evliliklere odaklanan hikâye bu konusu ile potansiyel bir çekiciliğe sahip ve açıkçası dozunda tuttuğu bir duygusallık ile yeterince etkileyici bir şekilde de kullanıyor bu avantajını. İnsan hakları için savaşan avukat Meaza Ashenafi’nin yaşadığı gerçek bir hikâyeyi bu avukatı odağına alarak anlatan filmin başta genç başrol oyuncusu Tizita Hagere olmak üzere oyuncularının çoğunun amatör oyunculuğu zaman zaman yetersizlik hissi veriyor ama filmin temel problemi sinemasal yetkinliğinde ve yönetmene ait olan senaryosunda. Hikâye kadın haklarından kadına karşı şiddete, çocuk evliliklerinden ve insan onuruna aykırı geleneklerden adalet sisteminin yetersizliğine kadar pek çok konuyu ele almaya çalışıyor ve bunu yaparken de görsel gücünden çok söylediklerinin gücüne dayanıyor. Bu nedenle biraz düz ilerleyen ve nerede ise didaktik bir hal alan bir film çıkıyor karşımıza. David Schommer ve David Eggar ikilisinin hem yerel melodilerden beslenen hem Batılı havası olan başarılı müzikleri ve Monika Lenczewska’nın özellikle şehir ve kırlık yerlerin farkını ve kontrastını başarı ile vurgulayan etkileyici görüntüleri ile takdiri hak eden film, kusurları bir yana, dile getirdiği problemlerin önemi ve bu problemlerin hemen hepsinin ülkemiz için de geçerli olması nedeni ile yine de ilgi çekici olabilir.