“Kahrolası bir araba kazası geçirmişsin gibi, keyifle giderken bir bakıyorsun bacakların yok”
Kadınları öldüren bir seri katil olduğundan kuşkulanılan bir ses sistemleri uzmanının hikâyesi.
Andrew Klavan’ın Margaret Tracy takma adı ile yazdığı “Mrs. White” adlı romandan Donald Cammell’ın eşi China Kong ile birlikte uyarladığı ve Cammell’ın yönettiği bu film aldığı kimi eleştirel övgülere rağmen gişede başarısız olmuş bir çalışma. Zamanla hayranları oluşan film yine de bugün pek fazla hatırlanmıyor. Farklı kurgusu, kronolojiyi zaman zaman bozan anlatımı ve kimi diğer “tuhaflıkları” ile kesinlikle “değişik” bir film bu. Pink Floyd grubunun elemanlarından Nick Mason’ın ve bir diğer ünlü grup 10cc’nin elemanlarından Rick Fenn’in imzasını taşıyan ve zaman zaman fazlası ile 80’lerin synthesizer ağırlıklı eserlerini çağrıştıran bir müzik çalışması olan film, değişik havasını yeteri kadar çekici kılamıyor ve peşine düşmüş göründüğü entelektüel gerilimi de yakalayamıyor. Yine de farklı havası, soyut denebilecek görselliği ve dış mekanları kullanmaktaki başarısı ile görülmeyi hak eden bir çalışma bu.
Yönetmen Donald Cammell filmini “insanın yok etme ihtiyacı hakkında sanatsal bir çalışma” olarak nitelendirmiş bir röportajında ve filmin adını da bir Apaçi efsanesinden almış. Bu efsaneye göre “White of the Eye – Göz Akı” şiddetin gözüne bakan ve bu tanıklığın üzerinde kalıcı bir iz bıraktığı insanlara verilen bir isim. Nietzsche’nin “uçuruma bakarsan, unutma ki uçurum da sana bakar” mealindeki sözünü hatırlatan bu efsanenin filme ne kadar etkileyici yansıtılabildiği üzerine lâf söylemek genel olarak filmin de artı ve eksileri için ciddi bir gösterge olacaktır. Karakterlerden birinin yerli kökenine, hikâyede zaman zaman bahsi geçen yerlilere ve katilimizin Arizona’nın Tucson bölgesindeki tuhaf ve ilgi çekici yeryüzü şekilleri önündeki davranışlarına referans vererek filmin bu alanlara sızmaya çalıştığını ve zaman zaman da başardığını söylemek mümkün aslında. Ne var ki filmin hemen tüm diğer öğelerinde olduğu gibi burada da bir olmamışlık veya bir başka deyişle yeterince olgunlaştıramamışlık söz konusu. Adeta yönetmen/senarist aklındakileri toparlayamamış ya da tüm aklına gelenleri yeterince ayıklayıp anlamlı bir bütüne ulaştıramamış gibi görünüyor. Her kare, her kamera açısı ile bir şeyler söylemeye, vurgulamaya çalışmış Cammell ve sık sık filmden sonra da aklınızdan çıkmayacak görüntüler yakalamış Larry McConkey’nin zaman zaman hayli çarpıcı olabilen görüntüleri ile. Ne var ki tüm bu vurgulamalar sık sık dağılıp gidiyor ve üstelik arada hayli stilize olan bir görsellik filme bir yandan çekicilik sağlarken, öte yandan kafa da karıştırıyor ne yazık ki.
Cammell’ın toplam üç sinema filminden sonuncusu bu ve kariyerindeki ilk film Mick Jagger’ın da oynadığı ve bugün yine kült denebilecek bir statüye kavuşmuş olan “Performance”. Cammell bu ilk filminde olduğu gibi yine görüntülerin vurgulama/etkileme gücüne hayli başvurmuş burada da. Açılıştaki toplam iki dakika yirmi saniye süren cinayet sahnesini tam 55 ayrı çekimden oluşturmuş örneğin. Hikâye boyunca pek çok kaydırmaya başvurmuş ve zaman zaman da yetmişleri hatırlatan zumlardan faydalanmış. Görüntüler ise belki de Arizona’nın çöl sıcaklığını hatırlatmak için özellikle fazla ışıkla boğuluyor zaman zaman. Arada karşımıza çıkan ve her zaman neden tanık olduğumuzu anlayamadığımız Arizona’nın kayalık ağırlıklı yer şekilleriniin havadan çekimleri de filmin değişik görselliğinin bir başka boyutunu oluşturuyor. Filmin farklı görselliğinin bir başka unsuru da stilize anlatım tarzı. İlk cinayet sahnesindeki patlayan camlar, kadehten dökülen şarap vs. hayli çekici anlar yaratıyor kesinlikle ve filmimizin stlize anlarının da en belirgin örneğini oluşturuyor. Görsellikle ilgili son bir not olarak hikâye boyunca karşımıza gelen göz akı/bebeği görüntülerinin genellikle etkileyici olmaktan çok rahatsız edici olduğunu ama belki de asıl amaçlananın bu olduğunu da belirtmiş olalım.
Erotizmin gücünden yararlanmayı da ihmal etmeyen filmin özellikle yan karakterlerle ilgili ciddi bir sıkıntısı var. Ana karakterler dışında hemen herkes öylesine bir görünüp kayboluyorlar çoğunlukla ve asıl karakterlerin de yeterince derinleştirilememiş olması nedeni ile hikâyenin karakter boyutu zayıf kalıyor. Orijinal müziğinin yanısıra görkemli klasik müzik eserlerinden ve “You Sexy Thing” gibi popüler olmuş şarkılardan da yararlanan film tüm kusurlarına (adamın “ses sistemleri” uzmanlığının hikâyedeki yerinin yeterince anlatılamamış olmasını da eklemeli bu kusurlara) rağmen bugün bir yarı-kült olması ile bile önemli olan ve değişik görselliği ile ilgi çekecek bir eser.
(“Göz Akı”)