“Merhaba, sessiz ol. Aç olduğunu biliyorum ama beklememiz gerekiyor. Bizim de zamanımız gelecek. Bana döndüğünü bilmemeliler. Burada oturmalı ve beklemeli.. beklemeliyiz… sessizce. Bir fare kadar sessizce”
İçine kapanık sessiz bir adamın fareler ve sıçanlarla dostluğunun hikâyesi.
Daniel Mann’ın 1971 tarihli ve aynı ismi taşıyan filminin yeniden çevrimi olan eserin yönetmen koltuğunda bu kez Glen Morgan oturmuş. İlk film Stephen Gilbert’ın “Ratman’s Notebooks” adlı kısa romanından uyarlanırken senaryoyu Gilbert Ralston yazmış; bu filmin senaryosunu ise Glenn Morgan işte bu ilk senaryoyu ve romanın kendisini baz alarak oluşturmuş. Beş yüzden fazla farenin “eğitilerek” rol verildiği filmde, başroldeki Crispin Glover’ın varlığı ve oyunculuğu hikâyeyi sürüklerken, filmin onun oyununa da yansıyan kimi tercihleri hikâyenin gücünü zayıflatıyor. Korkutma alanındaki başarısı, fareler ve sıçanlardan ne kadar korktuğunuza bağlı olarak değişiklik gösterecek olan film daha sade ve yalın bir sinema ile daha etkileyici olabilecek bir hikâyeye haksızlık etmiş görünüyor açıkçası ama yine de korkmayı (ve gerilmeyi) sevenler için uygun bir seçim olabilir.
1971 tarihli ilk filmin devamı olarak, hemen ertesi yıl ve bu kez Phil Karlson’ın yönetiminde “Ben” adlı film çekilmiş ve bu filmde Michael Jackson’ın 1972 tarihli “Ben” adlı albümünün aynı isimli parçası, tema şarkısı olarak kullanılmıştı. İşte bu şarkının da soundtrack’inde yer aldığı film (kapanış jeneriğinde şarkıyı Crispin Glover’dan da dinliyoruz) artıları kadar eksileri ile de dikkat çeken bir çalışma. Yeteri kadar korkutmasa da (ki bunun temel nedenleri filmin bazı bilinçli tercihleri) meraklılarının ilgisini çekmeye aday bir film yine de bu. Filme adını veren Willard karakterini canlandıran Crispin Glover’ın oyunculuğunu ve sert yüz çizgilerini vurgulayan makyajı filmin bu tercihlerinden ikisi. Oyuncuyu özellikle fareye benzetmeye çalışan, tedirgin ve zayıf bir fiziğe sahip olarak gösteren makyaj ve Glover’ın bu makyajın vurgusunu artıran oyunculuğu bir parça fazla gelmiş gibi görünüyor hikâyeye. Gerçekçilik hikâyenin özellikle hedeflediği bir unsur değil ama bu hâli ile film bir parça gereğinden fazla eksantrik bir havaya bürünmüş. Vincent Price’ın filmlerine aşina olanların hatırlayacağı bir hava bu ama burada eğreti duruyor; eğreti duruyor çünkü Price’ın filmleri abartıyı içselleştirip normalleştirir ve kendfisini ciddiye alıp çıkarırdı karşımıza. Burada ise film, abarttığını bilmemizi ister gibi davranıyor sürekli ve yeterince gerilmenize ve korkmanıza engel oluyor doğal olarak.
Film Willard’ın hasta annesi ile birlikte yaşadığı evi de yeterince iyi kullanamıyor. Oysa eski usul mobilyaları ve mimarisi, gri-kahverengi renkleri ile bu tür bir hikâye için ideal bir ortam sunuyor bu ev bize. Ne var ki kamera yeterince taramıyor evi (ne içini ne de dışını) ve karakterler ile hikâyeleri ev ile bütünleştirmiyor nedense. Bunun yerine, -tıpkı Glover’ın oyunculuğunda olduğu gibi- Willard’ın annesini oynayan Jackie Burroughs’un yüzündeki yaşlılık çizgilerini de altı kalın çizgilerle çizilmiş bir şekilde sergileyerek abartısını hatırlatıyor bize devamlı bir şekilde. Oysa film hayli çekici bir şekilde açılıyor: Animasyonlu açılış jeneriği ve ona eşlik eden eski usul müzik bize klasik türden bir gerilim vaat ederek sıkı bir giriş yapılmasını sağlıyor filme ve örneğin başlarda yer alan “kapanan fare kapanının sesi” gibi anlar epey etkileyici bir hava yaratıyor ama gerisini getirmiyor film ve hiç arkadaşı olmayan Willard’ın Socrates adını verdiği sıçanla dostluğunun yumuşak havası yerine, Ben adındaki, lider ruhlu vahşi farenin sert havasına bürünerek ilerlemeyi tercih ediyor.
Yönetmen Glen Morgan bu ilk sinema filminde (ardından 2006’da “Bad Christmas” adında pek tutulmayan bir film daha çekmiş son olarak) kamerasını sert hareketlerle kullanmış çoğunlukla; bu tercih de kimi sahnelerde etkileyici olurken bazılarında zorlama havası yaratmış. Benzer şekilde, Willard’ın evin dışındaki dünyaya karşı olan acizliğini vurgulamak için başvurulan tepe çekimleri de bazen iyi işlerken bazen fazlası ile klişe görünüyor. Sayıları gittikçe artan sıçan ve farelerin doğal olarak korku (ve belki kimileri için iğrenme) hislerinin dozunu artırdığı filmde, bu sahnelerin çoğunlukla oldukça gerçekçi ve etkileyici bir şekilde oluşturulmasını filmin başarıları arasında anmak gerekiyor. Sadece sonlardaki bir fare saldırısı sahnesinde efektlerin varlığı kendisini hissettiryor ve onun dışında film efektlerin kullanımı açısından kayda değer bir başarıya ulaşıyor.
Yumuşak bir müzik eşliğinde kedi katliamı sahnesi, bir liderlik çatışmasının göstergesi olarak Willard’ın “Ne yapabilirim?”den “Ne yapabiliriz”e geçiş yapmak zorunda kalmasının da örneği olduğu gibi Ben ile Willard arasındaki çatışma veya Willard’ın patronunun bilgisayar “fare”sini kullandığı sahne gibi çekici anları olan film ıskalanmış bir başarı örneği özet olarak ve kalıcı bir iz bırakamıyor olsa da izlenebilir bir çalışma. Willard’ın patronunu etkileyici bir oyunculukla canlandıran Ronald Lee Ermey’nin geçen ay hayatını kaybettiğini de hatırlatalım bu vesile ile.
(“Willard’ın Fareleri”)