“Haklısın, fahişe olan benim ama sen de başkalarının köpeğisin”
Ülkesi Mali’de yolcu minibüslerinde muavinlik yapan ve güç bir hayatı olan genç bir adamın, fahişelik yapmak zorunda kalan kız kardeşini de kurtarmak için uyuşturucu kuryeliği yapmaya soyunmasının hikâyesi.
Mali asıllı Fransız yönetmen Daouda Coulibaly’nin senaryosunu yazdığı ve yönetmenliğini üstlendiği bir Fransa ve Senegal ortak yapımı. Yönetmenin ilk uzun metrajlı filmi olan çalışma “Mali usulü Scarface” sözleri ile tanımlanan ve çıkışsızlık sonucu girilen bir yolun doğal tehlikeleri ile yüz yüze kalınmasını anlatan ilginç bir yapıt. Tıpkı filmin kahramanı Ladji’yi oynayan Ibrahim Koma gibi Fransa’da doğup büyüyen Coulibaly kökleri ile bağını canlı tutmayı seçen bir sinemacı ve 2010’daki kısa filmi “Tinye So” ile de ülkesinin geleneksel bir masalından esinlenmişti. Hikâye benzer başka filmlerde görülenden çok farklı değil ama yine de yönetmen anlattığını yerel ve Mali’ye ait kılmayı başaran bir orijinalliği yakalaması ile bu çıkış filminde saygı ve beğeniyi hak eden bir sonuç elde etmiş. Koma’nın gerekmedikçe konuşmayı sevmeyen, kendisi ve kız kardeşi için bir hayat kurmaya çalışan ve yaşadıklarının sonucunu travmatik bir biçimde içinde biriktiren karakterini sessiz bir karizma ile canlandırdığı film Mali’nin iç savaşlar ve askerî darbelerle dolu tarihine de alçak gönüllü ölçülerde de olsa ışık tutuyor.
Hikâye filmin adının anlamını da açıklayan bir bilgilendirme yazısı ile açılıyor. Bugün Mali dışında, Gine, Senegal ve Burkina Faso’ya da uzanan geniş bir alanda yaşayan bir etnik grup olan Bambara’nın geleneksel kültüründe gençlerin akıl hocaları tarafından yetiştirilme sürecini ve sürecin her biri bir hayvan adı ile tanımlanan beş aşamasını (Gençler sırası ile; nereden geldiklerini, nereye gittiklerini, ne olduklarını, evrendeki yerlerini ve toplumdaki yerlerini öğreniyorlar bu süreçte) öğreniyoruz. Son aşamaya “köpek aşaması” adı veriliyor ve filmin ismi de buradan geliyor. Hikâyenin kahramanı olan Ladji’nin toplumdaki yerini bulma çabasını ve içine atıldığı tehlikelerin sonuçlarını anlatıyor yönetmen Coulibaly. 2007’de Mali’nin başkenti Bamako’da başlayan ve 2009’da sona eren film, Ladji’nin minibüs muavinliğinden başarılı bir uyuşturucu kuryesi olmasına uzanan yolunu sergilerken, Mali ve komşu ülkelerdeki yaşamlar ve politik karmaşanın genç insanlar üzerindeki trajik sonuçlarını da sert bir şekilde gösteriyor.
Çekimler, 2015 Kasım ayında Bamako’daki bir otele El-Kaide ile birlikte hareket eden El-Murabitun örgütü tarafından düzenlenen ve 20 kişinin öldürüldüğü saldırının yarattığı güvenlik sorunu yüzünden hikâyenin geçtiği Mali’de değil, Senegal’de gerçekleştirilmiş. Fransız müzisyen Éric Neveux’nün hikâyeye yakışan ve gerilimli bir dramatik hava taşıyan müziğinin eşlik ettiği filmde beş yıldır muavinlik yapan Ladji ile tanışıyoruz önce; işinin inceliklerine hâkim olan 20 yaşındaki genç adamın hayali muavinlikten kendi minibüsünde şoförlüğe geçmektir. Ne var ki bu hayalinin gerçekçi olmadığını anlayan Ladji’nin kız kardeşi ise fahişelik yapmaktadır. Mutsuz ve öfkeli genç adam daha önce de adına çalıştığı ve hatta bu nedenle cezaevinde yattığı bir uyuşturucu aracısının yanına gider ve “İhtiyacım var” diyerek tekrar kuryelik yapmak istediğini söyler. Bu iş sadece ülke içinde değil, hatta asıl olarak ülkeler arası bir taşımayı kapsamaktadır ve sadece güvenlik güçleri değil, uyuşturucu işinde olan ve finansmanlarını önemli ölçüde buradan sağlayan terör görgütleri de Ladji için ölümcül tehlike anlamına gelmektedir.
Coulibaly hikâyesini anlatırken ülkesinin ve benzer durumdaki diğer Afrika ülkelerindeki gençlerin çıkışsızlığından ve ülkelerindeki geleceksizlikten yola çıkıyor ve uyuşturucu trafiğinin işleyebilmesinde bu işe bulaşan politikacıların, ordunun ve güçlü insanların rolünü de işaret ediyor. Bob Marley, Che ve İtalyan futbolcu Inzaghi’nin resimleri ile süslü bir minibüsle yapılan taşıma işi genç adama ve arkadaşlarına ciddi bir para kazandıracak ama elbette işler bir noktada aksayacaktır. Kahramanımıza sıkıntı yaratan meselelerden biri bölgedeki iç karışıklıklar olurken; diğerleri arkadaşlarından birinin kapıldığı para hırsı yüzünden yaptığı yanlış ve kız kardeşinin hayatlarına giren servet nedeni ile içine girdiği şımarık ve lüks yaşam düşkünlüğü olacaktır. Senaryo özellikle son ikisinin Ladji’nin hayatında neden olduğu travmalar üzerinde duruyor ama bunu belli bir sakinlikle yapıyor. Kahramanımızı oynayan Ibrahim Koma’nın, içindekileri hiç belli etmeyen bir kişiliğe sahip olan karakterini sade bir performansla canlandırmasının da sonucu olarak film, benzeri hikâyeler anlatan aksiyon filmlerinden farklılaşıyor. Coulibaly “tempo için tempo” ya da “aksiyon için aksiyon” anlayışından uzak duruyor ve örneğin Ladji ve arkadaşlarının bir kurye işi sırasında uğradıkları silahlı saldırıyı anlatan sahnede kayda değer bir çekicilik yakalamasına rağmen yapıyor bunu. Oldukça gerçekçi ve güçlü bir mizanseni olan bu sahne yönetmenin yeteneğinin kanıtı kesinlikle ama Coulibaly bu kendi “Scarface”i ile bir aksiyon hikâyesi anlatma tasasında olmadığı için kolay olanı seçmiyor. Bunun yerine, bir genç adam üzerinden, mecburen girilen tehlikeli bir yolun sonuçlarını yalın bir sinema dili ile anlatmayı seçiyor ve meselenin politik ve sosyal boyutlarını da gündemde tutuyor.
Açıkçası zaman zaman daha güçlü bir hikâyeyi ve sinema dilini aratmıyor değil film ama yine de Ladji karakterinin özgünlüğünün de yardımı ile bu sorunu genellikle aşıyor yönetmen. Hemen hep gerçekçi davranan senaryo hikâyenin kahramanının içinde gittikçe büyüyen travmanın gelişimini anlatmak için mezbaha metaforundan yararlanmayı seçmiş. İnsanlar arasındaki bir kanlı sahneyi mezbahada dökülen kanla paralel gösteriyor Coulibaly ve belli bir etkileyicilik de yakalıyor; ne var ki yeterince doğal durmuyor bu ilişkilendirme ve -her ne kadar Ladji uyuşturucu taşırken bir ara mezbaha aracı kullanmış olsa da- bu geçmiş yardımcı olmuyor bu konuda.
Bir çıkış ararken, çıkışı olmayan bir suç dünyasının içine giren genç adamın finaldeki tercihi seyirciyi hazırlıksız yakalayabilir ama bu hem olumlu hem olumsuz bir etki yaratıyor; onu bu tercihe götüren süreci seyirciye gerektiği kadar güçlü bir şekilde hissettiremiyor Coulibaly. Bu yine de önemli bir problem değil kesinlikle; yönetmenin anlattığı hikâyeye inandığını ve karakterlerini önemsediğini hissettiren film has bir sinemacı ile tanışmanızı sağlayacak önemli bir yapıt olmayı rahatlıkla başarıyor çünkü.