“Bana bak, Nuri; sende sarı saçlı, mavi gözlü, uzun boylu bir nişanlı bulunur mu?”
Zengin bir ailenin çapkın oğlu ile onun abisini kandırmak için nişanlısı rolünü oynamasını istediği ve zaten ona âşık olan yoksul bir kızın hikâyesi.
Sadık Şendil’in senaryosundan Ertem Eğilmez’in çektiği bir Yeşilçam filmi. Emel Sayın ve Tarık Akan’ın başrollerini paylaştığı film ikilinin birlikte oynadıkları ikinci çalışma (diğerleri Orhan Elmas’ın 1972 yapımı “Feryat” ve yine Ertem Eğilmez’in yönettiği 1974 yapımı “Mavi Boncuk”). Romantik komedi türündeki film Yeşilçam’ın benzer filmlerinden çok farklılaşmayan (ve zaten böyle bir derdi de olmayan) ve Emel Sayın’ın varlığının doğuracağı beklentiyi karşılayan şekilde bol müzikli bir çalışma. Buna karşılık ve kimi sahnelerde şarkı söylese de hikâye Sayın’ı bir şarkıcı kimliğinde kullanmayarak doğru bir tercih yapıyor ve Eğilmez’den bekleneceği gibi zengin oyuncu kadrosu ve mahalle kültürünü yücelten içeriği ile ilgi topluyor. Kimyaları tutan iki oyuncusu ile Yeşilçamseverleri mutlu edecek bir romantik komedi.
Filme adını veren “Yalancı Yarim”, “Senden Başka”, “Sakın Bir Söz Söyleme”, “Sevil de Sevme, Ağlama Ağlat”, “Elbet Bir Gün Buluşacağız” ve “Taç Olsan Başıma Takmayacağım (Tövbeler Tövbesi)” şarkılarını sıkça duyduğumuz film Emel Sayın’ın varlığı nedeni ile müzikli bir çalışma bekleneceği gibi. Sanatçı da güzel sesini ve şarkılarını hikâyenin emrine vermiş ve filme önemli bir katklı sağlamış. Sayın’ın katkısı bununla sınırlı değil ama; oyuncu bir aktris olarak da hiç aksamıyor ve hatta pek de rolünü sindirmişe benzemeyen (ya da benzer rolleri defalarca canlandırmış olmanın neden olduğu bir otomatik oyunculuk sergileyen) Tarık Akan’ın yanında hiç aksamıyor. Sanatçının bir şarkıcı rolünde kullanılmaması ve şarkı söylediği sahnelerin hikâyenin akışına uygun kurulmuş olması da destek veriyor Sayın’ın oyuncu profiline ve o da fırsatı iyi değerlendiriyor kesinlikle. İkiliye eşlik eden kadro da bir Arzu Film yapımı olmasının sonucu olarak hayli zengin: Münir Özkul, Zeki Alasya, Metin Akpınar, Halit Akçatepe, Kemal Sunal, Hulusi Kentmen, kısa bir sinema kariyeri olan Suzan Ustan, Mürüvvet Sim ve Nubar Terziyan’ın da aralarında yer aldığı oyuncular adeta bir düşler takımı oluşturuyor ve filmin eğlencesine -ve bugün seyrettiğimizde oluşan- nostaljisine önemli bir katkı sağlıyorlar. Bu zengin kadronun tümüne olmasa bile en azından bir kısmına (örneğin Sunal’ın ve Alasya’nın karakterleri) özel bir özen gösterilip, karakterlerin özgün ve elle tutulur kılınması da filmin lehine olmuş. Dönemin alışkanlıkları gereği sessiz çekilen filmde Alasya gibi tiyatro kökenli bir oyuncuya Pekcan Koşar’ın dublaj yapması ise açıkçası tuhaf bir seçim.
1970’li yıllarda kimi sağcı yazarlar Yeşilçam’ı “servet düşmanlığı” yapmakla eleştirirlerdi ve bu suçlamanın temel gerekçeleri de -herhalde- hep bir dayanışma içinde olan yoksulların hemen hep iyi, zenginlerin ise hemen hep kötü karakterler olmak çizilmesiydi. Burada bu derece sert bir ayrım yok ama yine de hikâyenin başından sonuna kadar yoksullar hep iyi olarak çizilirken, Hulusi Kentmen’in karakterinin dışındaki zenginler ancak sonradan olumlu insanlara dönüşüyorlar. Bu dönüşümü sağlayan ise yoksulların “iç güzelliği”, tüm maddî imkânsızlıklarına rağmen dayanışma ruhu ile zorlukların üstesinden gelmeleri ve onurlarını korumaları; bu açıdan bakıldığında da burada olduğu gibi diğer örneklerde de Yeşilçam’ın bir servet düşmanlığı yapmak şöyle dursun, servet farkını normal kılan ve bu farkın zararlarının asgarîye inmesi için zenginleri iyi ve yardımsever olmaya çağıran bir tutum içinde olduğunu söyleyebiliriz rahatlıkla. Hikâye boyunca mahalleli dayanışması o kadar yoğun bir biçimde öne çıkarılıyor ki bu açıdan filmi Yeşilçam’ın bu alandaki en çarpıcı örneklerinden biri olarak gösterebiliriz rahatlıkla. Hızını alamayan film hayli uzun tuttuğu piknik sahnesinde mahallelileri eğlenirken göstermekle o kadar meşgul oluyor ki erkeğin kadına burada âşık olması gibi önemli bir unsuru görünmez kılıyor ne yazık ki.
Şarkıcı Alaaddin Şensoy’un da bir kadınlar matinesi sahnesinde misafir oyuncu olarak yer aldığı filmde Şendil’in senaryosundaki sözlü espriler yeterince güçlü ve komik görünmezken hikâye mizahını asıl olarak durum komedisininin başarısından ve oyuncularının performansından alıyor. Bir yanlış anlamanın (veya durumu açıklamak için uydurulan bir açıklamanın) yol açtığı komik durumlar zincirini de genellikle (sahte mektup numarası gibi anlamsız kalan bölümler hariç) doğal bir biçimde kurmayı beceren filmin finalinin de başarı ile oluşturulduğunu vurgulamak gerek. “Elden ele atılarak taşınan karpuz” sahnesi hikâyenin mesajına ve içeriğine çok uygun düşerken, iki baş karakterin denizin içinde buluşması da Yeşilçam standartlarının üzerinde olması ile dikkat çekiyor. Şarkıların enstrümantal versiyonlarının veya -kısa süreli de olsalar- filme özel şarkı kayıtlarının hazırlanmasını da filmin olumlu yanları arasına ekleyelim. Haberdar olunmayan bir nişanlıya hediye alınmış olması gibi senaryo problemleri olsa da eğlenceli Yeşilçam komedilerinden biri bu ve görülmeyi hak ediyor.