Yi Dai Zong Shi – Kar Wai Wong (2013)

“Asla kendini öne çıkarma. Saygılı ol. Daima senden daha iyi biri vardır. Kendinden üstün olana teslim olmak kaybetmek demek değildir”

Çinli dövüş sanatı ustası ve Bruce Lee’nin de hocası olan Ip Man’ın hikâyesi.

Kar Wai Wong’un yönettiği Çin ve Hong Kong ortak yapımı bir film. 2013 Berlin Film Festivali’nin açılışını yapan filmin biri orada gösterilen ve “Uluslararası Versiyon” olarak adlandırılan 123 dakikalık, diğeri “Çin versiyonu” olarak adlandırılan 130 dakikalık ve bir diğeri de “Amerikan versiyonu” adını taşıyan 108 dakikalık üç ayrı versiyonu var. Bunlardan hangisini seyrettiğinize bağlı olarak filmden alacağınız keyif değişecektir; özellikle Amerikan piyasası için hayli kesilerek oluşturulan versiyonun sinema değerinden bağımsız olarak filme ve yaratıcılarına bir haksızlık olduğunu söylemekte yarar var. Bu yazının “Uluslararası” versiyon için yazıldığını vurgulamak gerekiyor öncelikle. Yönetmen Kar Wai Wong’un sadece IP Man’ı değil hayatını etkileyen başka karakterleri de nerede ise aynı derecede önemle karşımıza getirdiği filmi Ip Man’ın biyografisi olarak nitelemek biraz zor bu nedenle. Koreografisi ve kurgusu çok başarılı dövüş sahnelerinin yanında, Kung Fu’nun bir alt türü olan Wing-Chun sanatının felsefesini anlatmaya da girişiyor filmimiz. Görüntüleri, mizanseni ve kurgusu ile zaman zaman bir çizgi roman estetiğine hâkim olan film bir hikâye anlatmakta ise anlatım dili nedeni ile bir sıkıntı yaşıyor.

Çekimlerinden sonraki kurgusu bir yıldan uzun sürmüş filmin yönetmenin arayışı nedeni ile. William Chang ve Hung Poon’a ait olan kurgu, sonuca baktığımızda filme hem artılar sağlamış hem de onu bir parça aksatmış gibi görünüyor. Sahnelerin birbirine bağlanma şeklinden dövüş sahnelerindeki kurguya kadar etkileyici bir çalışma var karşımızda. Üç farklı karakterini birden nerede ise ana karakteri yaparak ve kendilerine özel hikâyeleri ile anlatarak ilerliyor filmimiz. Ip Man’in yanısıra büyük Wing-Chun ustası Gong Yutian’ın kızı Gong Er ve ustanın en iyi öğrencisi olan ama kötü yollara sapan Ma San’ın birbirine paralel ilerleyen ve zaman zaman çakışan hikâyelerini bu farklı kurgusu ile karşımıza getiriyor film. Bunu yaparken de sık sık kung fu felsefesinden sözel ve davranışsal örnekler getiriyor perdeye. Filme zenginlik ve farklılık kattığı açık olan kurgu, buna karşılık hikâyenin geleneksel anlamda akmasına engel oluyor bir parça. Bu elbette bir problem değildi temel olarak, eğer Wong Kar Wai sık sık geleneksel anlatım yöntemlerine başvurmasaydı. Ayrıca görsel başarısına tek bir eleştiri dahi getirilemeyecek ve zarafeti, şıklığı, dinamizmi ve hatta derinliği ile olağanüstü kelimesini hak eden dövüş sahnelerinde bazen başvurulan çok kısa plan tercihleri ve hızlı kurgu da bu sahnelerden daha fazla keyif alınmasına engel oluyor arada.

Daha açılış jeneriğinden başlayarak film, görsel ve işitsel anlamda nasıl çarpıcı bir dünyayı sergileyeceğini kanıtlıyor bize. Shigeru Umebayashi ve Nathaniel Méchaly imzalı müzikler eşliğinde suda dağılan renkli mürekkepleri andıran açılış jeneriğinde sarı, kırmızı ve siyah ağırlıklı bir zarafet ile karşılıyor bizi film. Hemen sonrasındaki dövüş sahnesi ise Philippe Le Sourd’un kamerası aracılığı ile tanığı olacağımız görüntülerin bizi nasıl allak bullak edeceğinin ilk örneği oluyor. Karanlıkta ve yağmurun altında geçen bu sahne akan, sıçrayan ve fışkıran su damlaları ile dört dörtlük gerçekten de. Filmin büyük bir kısmı tıpkı bu açılış sahnesindekine benzer “karanlık” iç ve dış sahneler barındırıyor ama bu karanlık hem filmin felsefi yanını ve hüzünlü hikâyelerini desteklediği hem de filmin yaratıcıları bu karanlığı müthiş bir görsellikle “aydınlattığı” için ve sarı rengin hâkimiyeti ile hayli “parlak” bir film öte yandan.

Kung fu hikâyeleri veya çok da yanlış olmayacak bir genelleme ile söylersek, bu tür Doğu hikâyeleri genelde hep bir felsefe barındırır. Bu dövüş sanatındaki her bir hareketin arkasında bir felsefe vardır; ya doğadaki bir objeden, bir oluş biçiminden esinlemiştir bu hareketler ya da insanın doğa ile ve bir diğer insanla olan ilişkisinin yansımasıdır. Film bu felsefelerden mahrum değil ve kung fu’nun felsefesini hikâyesine herhangi bir zorlama duygusu hissettirmeden akıllıca yedirmeyi başarmış. Örneğin “kurabiye parçalama” üzerinden sergilenen bir dövüş sahnesi var ki tüm teknik başarısının yanında karakterlerini ustalıkla anlatmaya yaradığı gibi işte bu felsefeden ikna ve tatmin edici bir şekilde yararlanıyor hikâyesi için. Felsefesini başaran film, hikâyesini seçilen anlatım yöntemi nedeni ile bir türlü parçalı, daha doğrusu kopuk kopuk görünmekten kurtaramamış ne var ki. Böyle olunca da ve hikâye ikisine daha sık uğradığı üç karakter arasında gidip gelince, seyirci için bir hikâyenin çekiciliğine kapılıp gitmek kolay olmuyor.

Filmde üç dövüş sahnesi mükemmelikleri ile öne çıkıyor: Yukarıda bahsettiğim “kurabiye parçalama”, Ip Man ile Gong Er arasındaki dövüşten çok bir aşk balesini hatırlatan mücadele ve Gong Er ile Ma San arasında gece yarısı bir tren platformunda yaşanan ve haşin bir baleyi andıran dövüş. Bu sonuncusundaki kar, karanlık, trenin buharı vs. gibi öğeleri ustaca kullanıyor Wong Kar Wai ve sadece bu sahne için bile film görülmeyi hak ediyor dedirtiyor seyredene. Bu mükemmel görselliğin üzerine keşke hikâyenin bir odak noktası da olsaymış dememek elde değil açıkçası. Zaman zaman kadının (Gong Er) hikâyesi öne çıkıyor filmde ki açıkçası bu hikâye çok daha çekici seyirci açısından Ip Man’inki ile kıyaslanınca. Bu probleme ek olarak bir de kadın ile Ip Man arasındaki filmin genel ruhunun epey uzağına düşen ve gereğinden uzun bir romantik sahne var ki filmde ne aradığını anlamak pek mümkün değil.

Kostümleri ve setlerinin göz alıcılığı, baş oyuncularının çekici performansları ve elbette görselliği ile kesinlikle görülmesi gerekli bir film bu. Gong Er’i oynayan Ziyi Zhang senaryonun kendisine sağladığı imkânları da kullanarak filmde öne çıkan oyuncu olurken, büyük oyuncu Tony Leung senaryodan o denli destek alamıyor ama “Fa Yeung Nin Wa – Aşk Zamanı” filmindeki kırılgan aşığı bir dövüş sanatçısına ustalıkla dönüştürüyor yine de. Hikâye Bruce Lee’nin “Gerçek dövüş ustası bir amaç için yaşamaz. Sadece yaşar” sözleri ile o ana kadar anlattıklarına uygun bir kapanış yaparken, bir parça fazla kullanılmış görünen Umebayashi müziğininin de katkısı ile kesinlikle seyredende bir iz bırakıyor. Belli’nin Norma operasındaki “Casta Diva” aryasından da benzersiz bir biçimde yararlanan filmin senaryosundan kaynaklanan sıkıntıları (stilin hikâyenin önüne geçmesi, karakterlerin derinleştirilememesi ve hikâyedeki odak eksikliği vs.) ise kesinlikle önemsiz değil, ama yine de filmi görmeye asla engel olmamalı bu durum.

(“The Grandmaster” – “Büyük Usta”)

(Visited 230 times, 1 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir