“Bir süredir bu civarlarda ormanda kötü ruhların zalimi dolaşıyor. Gece karanlığında kabileden uzaklaşanları haince öldürüyor. Siyah pelerini sayesinde karanlıkta kolayca gizleniyor ve avının üzerine yırtıcı bir kuş gibi atılıp öldürüyor”
Baltalı İlah Zagor’un soygun ve cinayetlerle insanların dehşete kapılmasına neden olan gizemli bir kara hayalete karşı, arkadaşı Çiko ve bir yerli kabile şefi ile birlikte verdiği mücadelenin hikâyesi.
Guido Nolitta’nın 1961’de yarattığı karakteri temel alarak, farklı maceralarını aralarında Sergio Bonelli, Marcello Toninelli ve Moreno Burattini’nin de olduğu isimlerin yazdığı ve Gallieno Ferri, Franco Bignotti ve Franco Donatelli gibi isimlerin de çizdiği Zagor çizgi romanından yapılan bir Yeşilçam uyarlaması. İlk kez 1965’te okuyucunun karşısına çıkan ve İtalya dışında, aralarında Türkiye’nin de olduğu pek çok ülkede yayımlanan maceraların sinemadaki üç (biri sadece Zagor’un ismini kullanması dışında, çizgi romanın baş karakteri ile bir ilgisi olmadığı için, aslında iki) uyarlamasının tamamı Yeşilçam’a ait. Elbette herhangi bir telif hakkı gözetmeden yapılan bu uyarlamalardan gerçek anlamda ilki olan “Kara Bela”nın senaryosunu M. Nuri Seybi yazarken, yönetmenliği Nişan Hançer(yan) üstlenmiş. Yeşilçam’ın bu türdeki uyarlamalarının en derli toplu, onlarca problemine rağmen yine de belli bir düzeyi yakalayan ve orijinalindeki bazı önemli temaları ihmal etmemesi ile dikkat çeken bir çalışma çıkmış ortaya. Yeşilçam’ın fantastik yapıtlarında görmeye pek de alışık olmadığımız bir sinema duygusunu taşıması ve belki Zagor’un değil ama, yoldaşı Çiko’nun sinema karşılığının başarı ile üretilmiş olması da önemli olan film, Amerikan sinemasının B tipi yapıtlarının havasında ve kalitesinde.
İtalya’da “fumetto” adı ile bilinen çizgi romanlar ülkenin en önemli kültür ihracı ürünlerinden biri olsa gerek. Doğuşu on dokuzuncu yüzyıla kadar geriye gitse de, asıl olarak İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra hız kazanan üretim aralarında Zagor’un yanısıra Tex Willer, Teksas (Orijinal adı ile Il Grande Blek), Tommiks (Capitan Miki), Kaptan Swing (Comandante Mark), Mister No, Ken Parker, Martin Mystère ve Dylan Dog’un da olduğu farklı karakterler üzerinden yürütülmüştü ve çok ciddi bir popülariteye ulaşmıştı bu kitaplar. Her biri kendi özgün hikâyesi olan bu karakterlerin maceralarının, hemen hep ABD’de geçmesi ve yine çoğunlukla dönemin İtalyan sanatçılarının sol eğilimlerinin izlerini taşıması gibi benzer yanları vardı. İtalyan sinemasının Spagetti Western’leri ile ortak bu yönleri bu çizgi romanlara ayrı bir derinlik de katıyordu kuşkusuz. Patrick Wilding adı ile doğan Zagor adlı kurgu karakter de işte bu ortak yönlerin tekrarlandığı bir karakter; Darkwood adlı bir kurgu romanda yaşayan Zagor (Amerikan yerlilerinin dilinde “Baltalı Ruh” anlamına gelen “Za-Gor Te-Nay”dan türetilmiş ismi) ebeveynlerini öldürürken gördüğü kızılderililerden (Amerikan yerlisi deme hassasiyetine sahip olunmadığı günlerde normal olan bir tanımlama) nefret eden ama babasının onlara yaptığı zulümleri öğrenince değişen bir karakter. İyi ve kötünün tanımın değişkenliğini idrak eden Zagor bundan sonra ırk ayırt etmeden suçluların peşine düşen, barış için mücadele eden bir cesur adam olarak sürdürür hayatını ve Chico adındaki Meksikalı arkadaşı ile birlikte maceradan maceraya atılır. Ormanın derinliklerinde geçen ve doğaüstü ve bilimkurgu unsurları da içeren bu maceralar bizde de bir zamanlar elden ele geçen çizgi romanlarla hayli yüksek bir okuyucu kitlesine ulaşmıştı.
Sinemamızda üç Zagor filmi var ama bunların ilki olan, senaryoya da imza atan Mehmet Aslan’ın yönettiği, 1970 tarihli “Zagor” sadece karakterin adını, ülkemizdeki popülerliğinden yararlanmak için kullanan ama onunla hiçbir ilgisi olmayan bir western’di. İlk gerçek uyarlama olan “Zagor Kara Bela” ve aynı yıl çekilen “Zagor Kara Korsanın Hazineleri” filmlerinin her ikisini de Nişan Hançer yönetirken, yine her ikisinin de senaryosunda sinemamızdaki çalışmaları bu fimlerden ibaret olan M. Nuri Seybi’nin imzası var. Zagor ve Çiko karakterlerini Levent Çakır ve Nevzat Açıkgöz’ün canlandırdığı bu filmlerin her ikisi için de, Yeşilçam geleneğine uygun olarak hiçbir telif kaygısı duyulmamış elbette. Üstelik bu rahatlık sadece Zagor karakteri ile kısıtlı değil; “Kara Bela”da kullanılan müziklerin tamamı da yabancı eserlerden “ithal edilmiş”. Sam Peckinpah’ın 1969 tarihli “The Wild Bunch” (Vahşi Belde) filmi için Jerry Fielding’in hazırladığı, Oscar adayı olan müzikleri bu eserlerden biri.
M. Nuri Seybi’nin yazdığı senaryo Zagor’un 23 numaralı macerası olan ve 1 Mayıs 1967’de yayımlanan, metni Guido Nolitta’ya, çizimleri ise Gallieno Ferri’ye ait olan “La Lunga Notte”ten esinlenmiş görünüyor. Kendi ölçüleri içinde işe yarayan bir senaryo hazırlamış Seybi ama Yeşilçam’ın klasik kusurlarını da barındırıyor. Çoğu Çiko’nun repliklerinde karşımıza çıkan yanlışlar var: “Karakol” gibi tam bir Türkçe sözcüğün kullanılması; filmin adı “Kara Bela”yken, “Kanlı Hayalet” ve “Kara Hayalet” isimlerinin de kullanılarak kafa karışıklığı yaratılması; hızla koşan birini tanımlarken hem ana özelliği hızlı koşmak olmayan bir maratoncuya gönderme yapılması hem de bu maratoncu için İsmail Akçay gibi “tarihsel ve coğrafi” açıdan hiç doğru olmayan bir ismin seçilmesi; komutanın çok tehlikeli olduğu bilinen bir yolculuğa kızını da -“Vahşi Batı’yı görmek istiyor” götürmesi; “Karılar gibi bağladılar ellerimi” gibi anlamsız replikler vs. Kusurlardan devam etmek gerekirse, diğer birkaçını şöyle sıralayabiliriz: İnsanlara gecenin karanlığından yararlanarak saldırdığı söylenen Kara Bela’nın tüm bu suç sahnelerinin gündüz çekilmesi; bir Yeşilçam klasiği olarak “terzi elinden yeni çıkmış” kostümler; orijinali Pensilvanya’da geçen hikâyede “karakol” komutanının odasında Alaska haritasının asılı olması; silahla vurulan bir adamın sadece yüzüne kısa bir süre bakarak yarasının ağır olmadığına karar verme becerisi; iki adamın kendisinden daha hızlı koştukları bir at arabasını takibi yetişemedikleri için bırakıvermesi; Çiko’nun bir sahnesinde çekimlerle ilgisi olmayan, ağaç kesen bir adamın bir görünüp bir kaybolması; tek bir gitarın çaldığı şarkının görkemli bir orkestra müziğine dönüşmesi; bir tehdit sahnesinde silahın yanlış hedefe doğrultulması vs. Bu kusurlar, sadece iki çadırdan oluşan bir yerli köyü sahnesinde olduğu gibi, bütçe veya diğer olanaksızlıklarla açıklanabilecek örnekler değil ne yazık ki.
Yukarıda sıralanan problemlerin hemen hepsi Yeşilçam usûlü film çekmenin doğal sonuçları ve bu bağlamda çok da bu filme özgü değiller. Dolayısı ile Nişan Hançer’in Zagor hikâyesini görmeye bir engel oluşturmamalı; çünkü hikâyenin -orijinalinden kaynaklanan- temalarını doğru yansıtması ve Hançer’in öyküye yakışan sinema dili kesinlikle seyre değer kılıyor bu yapıtı. Daha ilk açılış sahnesinde kendisini hissettiriyor Hançer’in başarılı sineması; şelalenin nehire dönüştüğü bir yerde çalılıklara uzanan bir el orada asılı siyah kıyafetleri ve bir silahın olduğu kemeri alıyor birer birer. Gizem havası yaratan bu giriş, görüntü yönetmeni Paşa Gündoğdu ve yönetmen Nişan Hançer’in tüm hikâyeye yayılmış olan başarılı görsel çalışmasının ilk örneği. Bu çalışmayı daha üst düzeye taşıyan seçim ise, çizgi romanın tadının, özellikle Çiko’nun sahnelerinde başarı ile beyazperdeye taşınmış olması. Bu karakteri oynayan Nevzat Açıkgöz’ün fiziksel olarak da çizgi romandaki karşılığına benze(til)mesi ve başarılı oyunculuğu da sıkı bir destek vermiş bu başarıya. Burada sıkıntılı olan husus ise, Açıkgöz’ü seslendiren Erol Günaydın’ın dublajının fazlası ile yerli kokması (daha doğrusu, bu sesin fazlası ile kullanılması yüzünden akla hemen yerli karakterleri getiren bir aşinalığa yol açması). Nişan Hançer sadece Çiko’nun sahnelerinde değil, filmin hemen tamamında kaynak çizgi romanın tadını yakalamış ve bu tadın sinema karşılığını üretebilmiş. Kavga sahnelerinden silahlı çaıtşma anlarına ve takip bölümlerine Hançer’in çalışması, onun epey Amerikan western’i seyrettiği düşüncesini doğuracak kadar da o türün havasına sahip ki bu da filmin çekicilikleri arasında.
Orijinal çizgi romanda olduğu gibi, burada da Zagor’ın insanları yerli ya da beyaz olmalarına göre değil, iyilik ya da kötülüklerine göre ayırması ve yerlilerin klasik Hollywood’un aksine vahşiler olarak resmedilmemesi olumlu bir puan. Filmin kötü karakterinin kimliği ise etnik unsurun değil, sınıf farkının öne çıkarıldığını gösteriyor ki bu da karakterin yaratıcılarının dünya görüşlerinin uzantısı yukarıda da belirtildiği gibi. Kötü karakterlerin ya da kötücül eylemlerin ve önyargıların arkasında birer kişisel hikâye olması, Zagor’un her sorunu kendi başına halleden bir süper kahraman havasını taşımaması ve bu bağlamda Çiko’nun kendi başına epey sahnesi olacak kadar öne çıkarılması da destekliyor bu olumlu yönü. Çizgi romanın sosyalist Yugoslavya’da da hayli ilgi ile okunmasının nedenleri arasında bu hümanizmi de saymak mümkün.
Levent Çakır ve albay rolünde bir Gary Cooper havası ile gezinen Muzaffer Tema’nın işlerini iyi yaptıkları filmde yardımcı oyuncuların ve figüranların da iyi yönetilmesi ve kimi yan karakterlere kendi hikâyelerinin verilmesinin de gösterdiği gibi, Hançer ve Seybi ikilisi film üzerinde ortalama bir Yeşilçam eserinde olacağından daha fazla ve daha özenli düşünmüşler. Özellikle fantastik Yeşilçam filmlerinden hoşlananlar tarafından, ilgi ile izlenebilecek bir yapıt.