2012 Festival Notları 4

Terraferma – Emanuele Crialese : Avrupa’ya deniz yolu ile kaçak girmeye çalışan göçmenlerin trajedisi üzerinden anlatılan hümanist, dürüst ve bir parça naif bir hikâye. Karakterlerini yeterince derin işleyemeyen ve sinema dilinin klasik kalıpları içinde hareket eden film bireysel çözümlerin öne çıktığı ve toplumsal değerlerin hızla yok olduğu günümüzün neo-liberal dünyasında yaşamın vicdan sahibi insanlar için ne kadar zor hatta imkânsız olacağını anlatmaya soyunması ile önemli. “Ötekine” bakışın nesiller arasında nasıl hoyratça değişebildiğini gösteren hikâyesi küçük de olsa umut veren sonu ile mutlu edebilir ama hayata tutunmak için teknelerinden denize atlayan göçmenler ile teknedeki parti sırasında müzik eşliğinde denize atlayan turistleri karşı karşıya getirerek belki fazla doğrudan ama iç acıtan bir metafor aracılığı ile etkileyici bir umutsuzluğun altını çiziyor. Kayığının kenarına son bir umut ile tutunan bir insanın ellerine kürekle vuran bireylerimiz hepimiz diyor bu film.
(“Memleket”)

Der Fluss war einst ein Mensch – Jan Zabeil : Bu yılın sürprizi. Bir oyuncu, bir kamera, bir sesçi ve beş sayfalık bir senaryo ile nasıl hem yüreğe hem beyne seslenen bir film çekilebileceğinin nerede ise mükemmel bir örneği. İlk filminde yönetmen Zabeil derin Afrika’da geçen hikâyesinde sessizlikler, boşluklar ve “mücadele” ile geçen sahnelerde sinemanın öncelikle bir görüntü sanatı olduğunu hatırlatıyor ve bunu üstelik nerede ise sık düşülen bir tuzağa hemen hiç düşmeden yapıyor; kamera Afrika’nın güzel görüntülerinin peşine takılmıyor veya egzotikliğin yorucu kolaylığına kapılmıyor. Alışık olduğumuz bir dünyanın hemen tamamen tersi bir dünya ile karşılaşmanın ve burada yalnız kalıp kaybolmanın bu çok başarılı hikâyesi kameraman Jakub Bejnarowicz’in ayrıca takdiri hak ettiği bir çalışma.
(“The River Used to Be a Man” – “Nehir Bir İnsandı”)

Sangue do Meu Sangue – João Canijo : Portekiz sinemasından zaman zaman Yunan trajedilerini çağrıştıran hikâyesi ile bir emekçi sınıf filmi. Başta Rita Blanco olmak üzere güçlü oyuncu kadrosu, yönetmenin çoğunlukla tek çekimle gerçekleştirdiği sahneleri, yumuşak kamera hareketleri ve ustalıklı yönetilmiş kalabalık oyunculu anları ile dikkat çekiyor bu çalışma. Tüm karakterlerinin şu ya da bu şekilde mutsuz olduğu film ilişkiler, sevgi ve dayanışma üzerine de ilgi çekici şeyler söylüyor ama trajedisinin zaman zaman bir soap opera havasından kurtulamamasından da epey zarar görüyor. Özetle Mike Leigh’ninkilere benzeyen ama hikâyesi ve sineması o denli güçlü olmayan bir film.
(“Blood of My Blood” – “Kendi Kanım”)

(Visited 103 times, 1 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir