Billy Liar – John Schlesinger (1963)

“Bugün büyük kararların günü. Bir roman yazmaya başlayacağım, her gün 2.000 kelime; sabah erken kalkarak başlayacağım. Başlangıç olarak şu uzayan tırnaklarımı keseyim; evet, bugün büyük kararların günü”

Tembel ve sorumsuz bir genç adamın kendi yarattığı fantezi dünyasında yaşamasının ve olgunluktan uzak kararlar almasının hikâyesi.

John Schlesinger’ın kariyerinin başındaki parlak İngiltere döneminin örneklerinden biri olan çalışma, “A Kind of Loving”ten hemen sonra çektiği ve yine sinemanın klasikleri arasına giren bir yapıt. İngiliz yazar Keith Waterhouse 1959 tarihli ve aynı isimli romanını 1960 yılında Willis Hall ile birlikte tiyatroya uyarlamış, ardından da yine onunla birlikte bu filmin senaryosunu yazmıştı. Waterhouse’un James Thurber’ın “The Secret Life of Walter Mitty” adlı kısa hikâyesinden esinlenerek yazdığı romandan yola çıkan bu film İngiliz Yeni Dalga’sının da en önemli örneklerinden biri olmasının yanında Tom Courtenay’in etkileyici performansı ve sonradan sinemanın önemli yıldızlarından biri olan Julie Christe’nin kariyerini gerçek anlamda parlatması ile de ilgiyi hak eden bir çalışma. Bugün belki biraz eski görünen ve Venedik’te Altın Aslan için yarışan film, Yeni Dalga’nın kendiliğindenlik ve belgesele yakın bir gerçekçilik (gerçek mekânların kullanımı da dahil olmak üzere) gibi karakteristik özelliklerini de taşıyan önemli bir çalışma.

Annesi, babası ve büyükannesi ile birlikte yaşayan ve bir cenaze levazımatçısında çalışan genç bir adamın, Billy Fisher’ın hikâyesini anlatıyor film. Sürekli kaytardığı işine her zaman geç kalan Billy (annesi onu “Bir gün işe o kadar geç gideceksin ki işten dönen kendinle karşılaşacaksın” sözleri ile eleştiriyor) aralıksız yalan söyleyebilen, aynı anda birkaç kızla çıkmaktan ve onlarla nişanlanmaktan çekinmeyen ve kendisini zengin hayal gücü ile içinde bulunduğu andan çok farklı yerlere taşıyabilen bir kişiliğe sahip ve ailesinin beklediği olgunluktan çok uzak bir birey. Çalıştığı işyerinin postalaması için verdiği reklam takvimlerini evindeki dolaba saklayıp paraya el koyan, annesinin postalaması için verdiği mektubu göndermeyen ve tek nişan yüzüğü ile iki kadını birden idare eden bu genç adam yazar veya senarist olma hayali kuruyor sürekli olarak ve içine düştüğü tatsız anlardan kurtuluşu da hayal gücü ile yarattığı sahte dünyalar ile buluyor. Özetle tam bir baş belası bu genç adam ve babası ile büyükannesinin azarları ve annesinin sitemleri arasında sürdürdüğü yaşamının tatsızlıklarını Ambrosia adını taktığı hayalî bir ülkede atlatmaktadır. Bu ülkede kendisini savaş kahramanı, devlet başkanı veya gazi bir asker gibi farklı kimliklerde hayal eden bu genç adam bir bakıma yönetmenin bir önceki filmi “A Kind of Loving”teki baş karakteri Vic’in tembel bir versiyonu. Schlesinger’ın her iki filmi de baş karakterlerinin yataktan uyanması ile açmasının da -belki de- bir göstergesi olduğu bu benzerlik genç adamlarının her iki filmde de bir çıkışsızlık karşısında olmaları ile de destekleniyor. Vic hatasının bedelini ödemeye boyun eğerken, Billy tüm sorumluluklardan özenle kaçınıyor. Her iki filmin hikâyesinin de İngiltere’nin kuzey bölgelerinde geçmesini de aralarına eklememiz gereken bu ortak özelliklere karşın önceki film dramatik bir anlatımı benimserken, bu film komediyi öne çıkarıyor.

Schlesinger filmini radyoda yayınlanan bir sabah programı ile açıyor. Dinleyicilerin şarkı isteğinde bulunduğu bu programın anonslarının eşlik ettiği kamera kasabanın evlerini tarıyor bu ilk sahnede ve eğlenceli bir giriş sağlıyor hikâyeye. Buradaki mizah havasını hemen hep koruyor film ama bu mizah bir kahkaha attırmayı hedeflemekten çok kahramanının oyunlarının yarattığı durum üzerine kuruyır varlığını. Tuvalette takvimleri yok etme çabası veya bir dans gecesinde iki nişanlının karşılaşması gibi anlarda hep onun neden olduğu ve kendisini de bir parçası yaptığı zor durumların tanığı oluyor ve eğleniyoruz. Yüzeydeki görünümünün aksine Schlesinger burada sadece bir anti-kahramanın hikâyesini anlatmıyor; tıpkı “A Kind of Loving”in Vic’i gibi “Yalancı Billy”i de 1960’lı yılların başlarındaki genç bireylerin sembolü olarak görmek mümkün ve gerekli. Dönemin gençlerinin yerleşik değerleri ve kendilerinden önceki nesilleri eleştirmesini de doğrudan öne çıkarmasa da konusu yapıyor film özellikle de Billy ve bir arkadaşının bir belediye meclis üyesi ile dalga geçmeleri üzerinden. 1968’e doğru ilerleyen dünyada o günlerin -cinsel alandaki de dahil olmak üzere- özgürlük arayışı da yer alıyor hikâyede. Billy’nin ailesinin rutin hayatına çocuksu karşı çıkışına ek olarak, Julie Christe’nin “özgür kız”ını ve genç erkeklerin cinselliğin peşinde koşmalarını da bu bağlamda değerlendirebiliriz. Christe’nin kısa rolünde gerçekten çarpıcı bir başarı ile oynadığı ve öne çıktığı genç kız Billy’nin aksine ne istediğini bilen ve bunu elde etmek için gerekli cesarete de sahip bir insan ve adeta ideal bir sembolü dönemin gençlerinin.

Filmin önemli yanlarından biri bir fantezi dünyası içinde yaşayan (ama aslında bu dünyanın fantezi olduğunun da farkında olan) genç adamın hikâyesini gerçekçiliği hiç yitirmeden anlatması ve onun sırtından vurduğunu hayal ettiği bir adamın bu hayalin farkında olmadığı halde sırtını ovalaması gibi gerçek ile gerçeküstünün bir arada olduğu anlarda bile bu havasını korumayı başarması. Bu sahnenin bir benzerini de Billy’nin kendisini siyah bir asker olarak hayal ettiği ve kameraya göz kırptığı anda görüyoruz. Bir diğer önemli nokta ise Tom Courtenay’ın performansı: Patronu ile uzun konuşma sahnesinin tümünün en çarpıcı örneklerinden biri olduğu şekilde tam anlamı ile döktürüyor oyuncu ve bir anti-kahramanı sevimli ve çekici kılmayı başarıyor. Daha önce tiyatroda da canlandırdığı karakterinin finaldeki tereddüt ânını (bu sahne filmin en güzel bölümlerinden biri ve Schlesinger’ın buradaki yönetmenlik çalışması onun sinema yeteneğinin de en güzel örneklerinden biri) çarpıcı kılan en önemli unsur da onun performansı. Richard Rodney Bennett’ın 1960’ların havasına uygun caz esintili müziğinin eşlik ettiği bu özgür havalı filmde özgürlük isteyen ama bunun için oyunlar çevirmek ve yalanlar söylemekten başka bir çabası olmayan karakterde Courtenay’ın başarısı tek başına bile filmi görmek için yeterli bir neden oluşturuyor. Öyle ki bu adamı kadınlar için -özellikle de Julie Christe’nin karakteri için- cazip kılanın ne olduğunu anlatmakta yetersiz kalan senaryonun bu kusurunu da o örtüyor.

Schlesinger, hayatını değiştirmek için çabalayan ama bunun için gerekli cesareti de olmayan karakterini özenle anlattığı hikâyesinde onun değişememesinin karşısına çevresindeki dönüşümü yerleştirmiş. Koca balyozların yıktığı binaları ve yeni inşaatları hikâye boyunca karşımıza getiren yönetmenin bu filmi hayal sahnelerinin tekrarı gibi kusurları olsa da ilgiyi hak eden, eğlenceli bir çalışma eski havasına rağmen. 1973 ile 1974 arasında İngiltere’de bir televizyon dizisinde de hikâyesi anlatılan Billy sinemanın ilginç karakterlerinden biri ve Denys N. Coop’un kamerasının başarılı siyah-beyaz görüntülerinin bize aktardığı hikâyesi de benzer bir ilginçliğe sahip kesinlikle.

(Visited 140 times, 1 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir