Malchik Russkiy – Alexander Zolotukhin (2019)

“Bir komşunun çocuğu ben savaşa giderken akordiyon çalıyordu. Annem ağlıyordu ama ben gülüyordum. Ağlamanın bir anlamı yoktu nasıl olsa”

1. Dünya Savaşı’nda “önemli bir şeyler yapmak ve madalyalar kazanmak” isteyen genç bir Rus askerin ilk çatışmada yaralanması üzerine gökyüzünü dinleyerek, yaklaşan Alman uçaklarını saptama görevine atanmasının hikâyesi.

Alexander Zolotukhin’in yazdığı ve yönettiği bir Rus yapımı. Yapımcıları arasında ünlü Rus sinemacı Aleksandr Sokurov’un da olduğu (yaratıcı yapımcı olarak) film Zolotukhin’in ilk uzun metrajlı çalışması. Alexey adında genç bir askerin savaşta yaşadıklarını o dönemdeki Rusya’yı da anlatmak üzere kullanan film hikâye ile paralel olarak, Rus besteci Sergey Rachmaninov’un iki eserinin provasını yapan bir orkestrayı da gösteriyor. Sokurov’un tarzının etkilerini yansıtan mizanseni, konvansiyonel olmaktan uzak biçimi ve savaşın bireyler üzerindeki sonuçlarını göstermesi ile ilginç bir film bu. Orkestra sahneleri ile filmin asıl hikâyesini yeterince (anlam yaratacak bir şekilde yeterince) ilişkilendirememek ve genç askerin yaralandıktan sonraki davranışlarında ikna edici bir doğallığa sahip olmamak gibi iki sıkıntısı olsa da farklı ve ilginç bir çalışma bu ve görsel açıdan da kesinlikle dikkat çekici.

Evet, o “herkese göre değil” türüne yerleştirilebilecek bir film bu. Sokurov’un öğrencisi olarak da tanımlayabileceğimiz Alexander Zolotukhin o ilk büyük savaşta kaybolup giden gençliğin sembolü olarak kullandığı Alexey’in hikâyesini (herhangi bir savaşta binlerce benzeri olduğunu söyleyebileceğimiz bir hikâye bu) anlatırken eşlik etmesi için, Rachmaninov’un iki farklı eserinin (1909 tarihli opus 30, 3 numaralı piyano konçertosu ve 1940 tarihli opus 45, Senfonik Danslar süiti) provasını yapan Tavrichesky Devlet Senfoni Orkestrası’nın görüntülerini kullanıyor. Bu iki farklı zaman dilimine ait görüntülerin örtüşme biçimi -belki özellikle tercih edilmiş olabilir ama- arasında her zaman organik bir uyum yok. Bazı sahnelerde orkestra şefinin sesi ile askerlerin sesi iç içe geçiyor; bir topu taşıyan askerlerin ter dökmesi ile Rachmaninov’un icra etmesi zor piyano konçertosunu çalan piyanistin alnından dökülen teri peş peşe görüyoruz; şefin, orkestrasını daha dikkatli çalmaları için uyarması ile komutanın askerleri azarlaması peş peşe geliyor; bir askerin diğerini gıdıklayarak güldürmesinin ardından bir orkestra üyesinin gülen yüzü geliyor görüntüye vs. Alexey’in pek de iyi çalamasa da akordiyonunun olmasının onu orkestradaki müzisyenlerin sanatkârlığına yaklaştırdığını söylemek de mümkün. Ne var ki tüm bunlar güçlü bir biçimde ikna edemiyor bizi iki farklı zamanın bir arada karşımıza gelmesine; yine de bir tarafta anlatılan bir trajediye eşlik eden bir güzelliğin, bir taraftaki yok etmenin karşısına diğer taraftan çıkarılan yaratıcılığın ve her iki tarafın da aynı toplumun üyeleri olmasının oluşturduğu bir çekiciliğin varlığı açık ve bu da filmi ilginç ve farklı kılan yanlarından biri. Bir savaş genci (hatta çocuğu) olmasa, belki Alexey’in de orkestradakiler gibi bir hayatının olabileceğini; onun madalyaları savaşta değil, belki de sanatı ile kazanacağını düşündürtmesi de filmin, önemli kuşkusuz.

Cepheyi anlatan bölümlerde ilginç görsel tercihleri var filmin. Ayrat Yamilov’un siyah-beyaza yakın duran sarı, yeşil ve kahverengi tonlarındaki görüntüleri anlatılan dönemin ruhuna uygun olarak parlak renklerden kaçınılarak oluşturulduğu gibi, “eskitilmiş” bir havaları da var. Öyle ki seyrettiğinizin gerçek savaş görüntüleri olduğunu düşünebilirsiniz rahatlıkla. Kamera kullanımı ve mizansen de bu gerçekliği destekliyor ve yönetmen Zolotukhin bizi savaştaki bir Rus cephesinde askerlerin arasına katmış gibi hissediyorsunuz. 1. Dünya Savaşı’nın o eski, sessiz görselliğinin estetiği yeniden yaratımış filmde adeta. Orkestra bölümlerinin bu görsel tercihlerden uzak oluşturulması doğru olmuş; böylece ortaya bir zıtlık çıkmış ve bu zıtlık savaş ile barışın karşıtlığını oluşturmuş bir bakıma. Başta başroldeki genç oyuncu Vladimir Korolev olmak üzere oyuncuların ya ilk sinema deneyimlerini yaşamaları ya da daha önce kısıtlı tecrübelerinin olması da bir doğallık sağlamış ve gerçeklik duygusunu artırmış hikâyenin. Burada senaryonun Korolev’in performansının daha iyi olmasını engelleyen bir aksaklığından da söz etmek gerekiyor: Gözlerini kaybeden askerin hareketlerindeki dengesizlik anlamsızlığa kayarken, sanki Zolotukhin açısından bir karar verememişliğe de işaret ediyor. Fiziksel yaralanmışlığa bir ruhsal yaralanmışlık da eşlik ediyorsa, bunu yeterince geçiremiyor bize film.

Zolotukhin -gözlerini kaybeden askerlerin toplu fotoğraf çekimi sahnesinde olduğu gibi- cephedeki hayattan trajikomik anlar da yakalayarak, askerlerin her an ölüm tehlikesi altında olmalarına rağmen hayatın bir şekilde sürüp gittiğini gösteriyor. Yalnızlığını erotik kadın resimleri ile gideren asker, kasabadaki kızlarla flört çabası veya askerler arasındaki şakalaşmalar hikâyeye ve karakterlere nefes aldırıyor ve bizi onların gerçekliğine yaklaştırıyor. Senaryo bir yandan da, ayak sesleri gittikçe yaklaşan bir tarihî olayı alıyor gündemine: 1917 Rus devrimi. Bunu yaparken cephedeki askerlerden birinin arkadaşlarına yaptığı konuşmayı (“Şu kuyruğun uzunluğuna bak! Subayların tarafındaysa kuyruk yok. Baksana nasıl tıka basa doyuruyorlar karınlarını. Hâllerinden memnun gibiler. Ama yakında her şeyi değiştireceğiz. Ama bu bir sır, sakın kimseye söylemeyin”) ve elden ele geçen politik bildirileri herhangi bir zorlama hissi yaratmayacak şekilde bir sahnenin parçası yapıyor yönetmen. Subayların lüksü yanında askerlerin sefaleti, rahibin oturmak için subayların masasını seçmesi ve subayın bir askeri adeta ülkedeki yönetimin yoksullara davranışının sembolü olacak şekilde cezalandırmasının da desteklediği bu politik içerik filmin önemli yanlarından biri ve burada askerin “Artık vurma, acıyor” diyerek ellerine vuran subaya yalvarmasının hemen ardından orkestradaki piyanistin konçerto için tuşlara “acı duyarak” basan ellerinin gösterilmesi iki farklı zamanın en iyi bağlandığı anlardan biri oluyor.

Sonuç olarak, farklılığı ve ilginçliği tartışılmaz ama eksikleri de olan bir ilk film bu. Alexander Zolotukhin, Aleksandr Sokurov’unki gibi başarılı bir sinema kariyerine sahip olabilecek mi, bunu zaman gösterecek ama bu ilk denemesi kesinlikle ilgiyi hak eden bir çalışma. Biraz karanlık (ruh ve anlam olarak), biraz gerçek, biraz trajik bir şiir bu; görmekte yarar var.

(“A Russian Youth”)

(Visited 130 times, 1 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir