“30 yıllık kariyerim boyunca iki tür müşteri ile çalıştım. Sonucun kötü olacağı belli olsa da durumu kabullenip yardımcı olanlar ve benden daha zeki olduklarını düşünüp belaya bulaşmadan kurtarılmayı bekleyenler. Siz ikinci gruptansınız ama şuna açıklık getireyim: Acı çekmeden kurtuluş olmayacak. Benden zeki değilsiniz”
Cinayetle suçlanan genç bir iş adamının ortaya çıkan yeni bir tanığa karşı avukat ile birlikte hazırlanması sırasında yaşananların hikâyesi.
Oriol Paulo’nun yazdığı ve yönettiği bir İspanya yapımı. Gerçeğin ne olduğu konusunda seyircide merak uyandırmak üzerine kurulu filmlerden biri olan çalışma eleştirmenler tarafından orta karar bulunmuşsa da bütçesinin yedi katı kadar bir gişe geliri elde etmesinin de gösterdiği gibi seyirciden epey ilgi görmüş. Öyle ki biri 2018’de İtalya’da (“Il Testimone Invisibile” – Stefano Mordini), diğer ikisi ise 2019’da Hindistan’da (“Badla” – Sujoy Ghosh ve “Evaru” – Venkat Ramji) olmak üzere üç kez yeniden çekilmiş. Bu ilginin nedeni çok açık: Önemli inandırıcılık problemleri olsa da Paulo’nun senaryosu kesinlikle seyircinin ilgisini ve merakını toplayacak bir içeriğe sahip ve ustaca kurgulanan bir intikam hikâyesini bu ilgi ve merakı hep diri tutacak şekilde anlatmayı biliyor. Sondaki sürpriz belki çok dikkatli seyirciler veya bu türden çok fazla film seyretmiş olanlar için o derece şaşırtıcı olmayabilir ama Paulo’nun yine de bu sürprizin hakkını verdiğini kabul etmek gerek.
Hikâye zengin ve genç bir iş adamı olan Adrián Dora’nın (Mario Callas) evine avukatının gönderdiği bir kadının gelmesi ile başlıyor. Kendisi gibi evli olan sevgilisini öldürmekle suçlanmaktadır Adrián ve kadın ortaya çıkan yeni bir tanığın davadaki durumlarını tehlilkeye sokabileceğini ve gerekli hazırlıkları yapmaları için sadece üç saatlik süreleri olduğunu söyler. Bunun için olan biten her şeyi kendisine tüm ayrıntıları ile anlatmalıdır genç adam. Zamana karşı bir yarıştır bu ve film geriye dönüşlerle, bu 3 saati kadın avukatın Adrián’a sorduğu “Merhum kişi ile neden oteldeydiniz?” sorusu ile başlayarak anlatıyor. “İfadenizde boşluklar var, benimse detayları bilmem gerekiyor. İnandırıcılık detaylara bağlıdır. Onları kullanarak dünyayı masum olduğunuza ikna edebilirim. Sizi temin ederim ki bunu yapabilirim” diye konuşan kadın yeni emekli olan tecrübeli ve başarılı bir avukattır ve adamın kurtuluşu da onun elinde görünmektedir. Onun ilk sorusuna 3 ay önceye dönerek cevap vermeye başlar genç adam ve daha sonra gerçeğin ne olduğu, kimin ne kadar doğru ne kadar yalan konuştuğu konusunda bu iki karakter arasında, seyirciyi de içine katan bir oyun başlar adeta. Filmin en önemli başarısı bu oyunu -sık sık gerçekçilik sorunları yaşasa da- seyirciyi de içine katarak anlatabilmesi. Seyircide başta oluşan tüm algıları ve doğruları birer birer bozan (bazen de bozar gibi görünen), bozduklarının yerine koydukları konusunda da şüphe yaratan senaryo seyirciyi de hoş bir aldatılmanın içine sokuyor böylece ve bu tür oyunlardan hoşlananlar için önemli bir çekicilik kazanıyor.
Evet, hikâyenin akışına yeterince inanarak bakabilmeyi zorlaştıran yanları var senaryonun: Örneğin iş adamının beklediği kadın avukatın -sonradan öğreneceğimiz üzere- randevusuna en az 3 saat erken gelmesi ve adamın bunu hiç sorgulamaması başta olmak üzere çeşitli tesadüfler hassas seyircileri rahatsız edebilecek cinsten ama hikâyeye gerilimli bir akış katan iç kurgusu bunları rahatça görmezlikten gelmenize yardımcı olabilir. Paulo’nun dünya üzerinde adaletin ve adaleti kollayıp koruması gereken güçlerin hâlâ ve her zaman güçlünün (ve zenginin) yanında olduğunu sık sık ima ederek veya doğrudan dile söyleyerek hatırlatması da doğru bir tercih olmuş ve bu adalet düzeni içerisinde güçle birlikte doğal olarak var olan kurnaz ve becerikli avukatların gerekliliğini de bir kez daha göstermiş bize film. Avukat kadın ile iş adamı arasında bir oda içinde geçen diyaloglarla örülü film sık sık geriye dönüşler sayesinde dışarı çıkmasının da yardımı ile teatral bir havadan başarı ile hep uzak durabiliyor ki burada yönetmen olarak Oriol Paulo’nun becerisi kadar, özellikle tecrübeli oyuncu Ana Wagener’in önemli bir payı var.
Zaman zaman bir Agatha Christie romanı havasına da bürünüyor film. Avukat ile genç iş adamının konuşmaları karşılıklı sergilenen bir oyuna tanık yaparken bizi, avukatın sorgulamaları, soruları ve imaları gerçeğin açığa çıkmasına (aslında tüm hikâyeyi dikkate alırsak, yeni yalanlara da) olanak sağlıyor. Filmin, gerçekle ilgili bu “sorun”unu son saniyesine kadar koruyabilmesi ise elbette önemli bir başarı. Sinema için yaptığı çalışmalarla bolca ödül almış İspanyol besteci Fernando Velázquez’in çekici müziği ile birlikte kendimizi bir gerilimin içinde buluyoruz ve içine gittikçe artan bir dozda gizemi de alan bu gerilim son ana kadar bırakmıyor bizi. Kime neyi ne kadar anlatmamız gerektiği konusunda dikkatli olmamızı öğütleyen bu “adalet filmi” psikolojik derinlik açısından yeterince güçlü değil ve seyircisini heyecanlandırmak için çok çaba harcadığını da gizleyemiyor ama yine de keyifle seyredilebilir. Ana Wagener ve ona eşlik eden Mario Casas (Adrián Doria), Barbara Lennie (Laura) ve Jose Coronado’nun (Tomas Garrido) başarılı performansları ile geniş kitleler düşünülerek çekilmiş görünen film orkestrasyonu iyi yapılmış bir pop şarkısı havası taşıyan, ilgi çekebilecek bir yapıt.
(“The Invisible Guest”)