Amerikalı yazar, şair ve filozof Henry David Thoreau’nun ilk kez 1849’da yayımlanan denemesi. İlk adı “Resistance to Civil Government” olan ama bugün daha çok “Civil Disobedience” ismi ile bilinen bu deneme, bizde sivil itaatsizlik olarak tanımlanan eylemi ele alan ilk eserlerden biri. Çevirmen Vedat Günyol’un “hümanist, dolayısı ile sosyalist” ifadesi ile tanıttığı Thoreau, yapıtında günümüzde de güncelliğini koruyan bir kavramı uzun bir deneme boyutu içinde ele alıyor ve hem bu direniş yöntemini -kendi pratiklerini de katarak- açıklıyor hem de haksız bir yönetim ve/veya kanun karşısında bireyin (ve toplumun) nasıl mücadele edebileceği konusunda yol gösterici bir tartışma açıyor. En ideal demokraside bile (ki bugün ideal olandan küresel bazda bir uzaklaşma söz konusu kesinlikle) vatandaşın karşı koyacağı (ya da koyması gerektiği), direneceği (ya da direnmesi gerektiği) bir yönetim kararı/uygulaması olacağı kaçınılmaz bir gerçek olduğuna göre, bu eylem biçimi üzerine üretilen her türlü fikir ve eser okunmayı ve değerlendirilmeyi hak ediyor; Thoreau’nun yapıtının ek önemi ise ilklerden biri olmasından ve aralarında Gandhi ve Martin Luther King Jr. gibi önemli isimlerin mücadelelerine burada yazdıkları ile ilham vermesinden kaynaklanıyor. Nerede olursa olsun yanlış yasalara ve yanlış yönetimlere direnen ya da direnmenin yolunu arayanlar başta olmak üzere, herkesin okuması ve üzerinde düşünmesi gereken bir yapıt bu.
Britannica Ansiklopedisi sivil direnişi şöyle tanımlıyor: “Bir hükümetin veya işgalci gücün taleplerine veya emirlerine itaat etmeyi, şiddete veya aktif muhalefet yöntemlerine başvurmadan reddetme. Genellikle amacı hükümeti veya işgalci gücü taviz vermeye zorlamaktır”. Thoreau’nun yapıtının esin kaynağı olduğu isimlerden Mahatma Gandhi ve Martin Luther King Jr.; ilki Hindistan’ın bağımsızlığı, ikincisi ise 1950 ve 60’lı yıllarda özellikle Afrika kökenli Amerikalıların hakları için verdikleri mücadelede şiddete başvurmayan, sivil direniş üzerine kurulu yöntemler benimsediler. Gandhi’nin 1920’de başlattığı ve “non-cooperation movement“ (iş birliği yapmama) adı ile bilinen hareketi, Hindistan’daki İngiliz yönetimini ve ülkenin ekonomisini destekleyecek işlerde çalışmama ve İngiliz ürünlerini boykot etme üzerine kuruluydu. Yine Gandhi’nin önderlik ettiği, 1930’da gerçekleştirilen ve 24 gün süren “Salt March” (Tuz Yürüyüşü) ise İngilizlerin tuz tekeline karşı düzenlenmişti ve şiddet içermeyen bir eylemdi. Martin Luther King Jr. ise ABD’deki ırkçı uygulamalarla, aralarında 1 yıl süren “otobüs boykotu”nun da olduğu (kamu otobüslerinde siyahları beyazlardan ayrı oturmaya mecbur kılan yasayı protesto etmek için düzenlenmişti) eylemlerle mücadele etmiş ve 1965’te gerçekleştirilen ve temel olarak siyahların oy hakkını savunan “Selma -Montgomery” yürüyüşleri ile de güçlü bir sivil direniş örneği vermişti. Thoreau “vergi ödememe” dışında pratik olarak pek bir sivil direniş örneği vermedi onlar gibi ama düşüncelerini ortaya koyduğu eseri sadece bu iki isme değil, genel olarak tüm sivil direniş çabalarına yol gösterdi.
Eserin başındaki önsözünde çevirmen Vedat Günyol, Thoreau’nun kitabı “bir gecelik hapisliğin verdiği öfke” ile kaleme aldığını yazmış; onu bir günlüğüne cezaevine götüren, vergisini ödemeyi ret etmesi, daha fazla hapiste kalmasını önleyen ise birisinin (muhtemelen teyzesinin) onun borcunu ödemesi olmuş. Yazarın yaşamı boyunca kölelik ile mücadele ettiğini ve bu mücadelesinde silahlı eylem yapmaktan çekinmeyen kölelik karşıtı John Brown’dan esinlendiğini hatırlatıyor Günyol ve hem yaşamı hem de eserine giden yol hakkında tatmin edici bilgiler veriyor önsözde. Buradaki ilginç bir not, çevirmenin kitaba vermeyi seçtiği Türkçe isim hakkında: “Resistance to Civil Government” başlığını “(Her Türlü) Yönetime Karşı” diye çevirmek gerekirdi diyor Günyol ve “Ama Thoreau’nun böyle kesin bir tutumu yok” diye yazıyor. Bu yüzden yazarın “asıl düşüncesine ve yapıtının ruhuna bağlı kalmak kaygısıyla “haksız” sıfatını eklemeyi uygun” bulmuş yönetim sözcüğünün önüne. Gerekçe kesinlikle doğru olmakla birlikte, yazarının yapmamayı seçtiği bir vurgulamayı çevirmenin yapmasının haklılığı tartışmalı kuşkusuz.
“En iyi hükümet en az yöneten hükümettir” yargısı (The United States Magazine and Democratic Review adlı derginin mottosundan almış bu sözü yazar) ile başlıyor kitabına Thoreau ve daha sonra “çaresizlik içinde başvurulan bir kolaylık” olarak tanımlıyor hükümeti ve daha da ileri giderek “hükümet arada bir engel olmasaydı” Amerikan halkının sağlam özyapısının çok daha fazlasını başarabileceği saptamasında bulunuyor. Bu ifadeler Günyol’un çevirideki isim tercihini sorgulatıyor gibi görünse de, Thoreau’nun “… ben hükümetin hemen ortadan kalkmasını değil, hemen daha iyi bir hükümet kurulmasını istiyorum” ifadesini kullandığına da dikkat etmek gerekiyor bu sorgulamayı yaparken. Yazarın temel olarak eleştirdiği, geçici bir araç olarak gördüğü hükümetin hedefin kendisine dönüşmesi olmuş ve bunun farklı örneklerini vermiş kitabında. İrlandalı şair Charles Wolfe’un “The Burial of Sir John Moore after Corunna” adlı şiirinden aldığı bir bölümle (“Ne bir davul duyuldu, ne bir ağıt / Biz cesedini surun dibine aceleyle taşırken/ Tek bir asker bile yapmadı bir veda atışı / Kahramanımızı gömdüğümüz mezarın üzerinden”) insanların, hükümete/devlete bir makine gibi hizmet etmekten öteye geçemediğini anlatırken, İngiliz din bilgini ve filozof William Paley’nin “halka zarar vermeden, kurulu yönetime karşı konamıyor ya da bu yönetim değiştirilemiyorsa, o zaman, kurulu hükümete boyun eğmek Tanrı’nın iradesi gereğidir” görüşünü eleştiriyor.
Kitapta ABD – Meksika Savaşı (1846 – 1848) sık sık çıkıyor karşımıza. Bu savaşa ve kölelik uygulamasına karşıtlığı nedeni ile vergisini ödemeyen Thoreau, Meksika’yı işgal eden ABD’nin başta Texas olmak üzere çeşitli bölgelere kalıcı olarak el koyması ile sonuçlanan savaşı “haksız yönetim” örneklerinden biri olarak gösteriyor birkaç kez. İşte bu tür hükümetlere yönetimi veren seçimlerde oy vermeyi “bir çeşit kumar” olarak nitelerken, “Doğruya oy vermek bile, doğru uğrunda bir şey yapmak değildir; yalnızca doğrunun üstün gelmesi youndaki isteğimizi insanlara az buçuk duyurmaktır” diyerek, “seçim sandığı fanatizmi” ile dalga da geçiyor. Thoreau haksız yasalara “çoğunluğu onları değiştirmeye ikna etmeye çalışarak” direnmenin anlamsız olduğunu söylerken, seçimi tek değişim yöntemi olarak görmenin ve değişiklik gerçekleşene kadar boyun eğmenin yanlışlığının altını çiziyor. Onun bu görüşü, günümüzde ülkemiz dahil pek çok yerde yaşanan toplumsal hareketlerin haklılığının da bir kanıtı kuşkusuz.
Thoreau ideal bir yönetim biçimini doğrudan tanımlamıyor ama “demokrasi, bildiğimiz durumuyla, mümkün olabilen en son gelişme midir acaba?” sorusunu soruyor ve en azından şu yönetimi gösteriyor ideal olarak: “bütün insanlara karşı doğru olmayı göze alabilsin… kendisiyle kaynaşmayan, kendisinin de benimsemediği insanın varlığını kendi rahatıyla bağdaşmaz saymasın”. Devleti, “bütün gücünün ve otoritesinin kaynağı olan insan tekini daha yüce ve bağımsız bir güç olarak kabul” etmeye davet eden Thoreau’nun yapıtının sonunda “Seçme Parçalar” başlığı altında birbirinden bağımsız ve seçme notlar havasında kısa yazılar var. Kitabın konusu ile ilgisi olmayan bu yazıların (örneğin “Çalışkan olmak elvermez, karıncalar da çalışkandır. Ne için çalışıyorsun, amacın ne, onu söyle!” alıntısı Thoreau’nun 1857’de arkadaşı Harrison Gray Otis Blake’e yazdığı bir mektuptan) kitaba eklenmesi (herhalde Türkçe baskısında olmuş bu) pek de doğru bir seçim değil; çünkü Thoreau ile ilgili bir inceleme kitabı değil bu ve eserin teması ile de hiçbir ilgileri yok bu notların.
(“Resistance to Civil Government” – “On the Duty of Civil Disobedience” – “Civil Disobedience”)