“Güzel bir kadın ve gizem. Bütün kara filmler böyle başlamaz mı?”
Bir kazaya karışan adamın iyi niyetle başlattığı başkasının yerine geçme rolünün neden olduğu olayların hikâyesi.
Danimarka sinemasından stilize bir kara film denemesi. Aşk Sahnesi 1-2-3 adlarını taşıyan üç kısa ve çarpıcı bölümle başlayan filmin Aşk Sahnesi-1 adlı bölümü sinemanın kara film türündeki başyapıtlarından biri olan “Sunset Boulevard” adlı Billy Wilder filmine selam gönderir bir tarzda konuşan bir ölü adam getiriyor karşımıza ve geri dönüşle anlatılan film yine bu sahne ile sona eriyor. Genel olarak kara film havasını tüm hikâye boyunca koruyan film stilize yanını ise başlangıç ve final ile sınırlı tutmuş genelde.
Çok çarpıcı bir şekilde çekilmiş kaza sahnesinde suçluluk hissi başlayan adamın kaza geçiren ve görme duygusunu ve hafızasını hemen hemen tamamen yitiren kadının sevgilisinin yerine geçmesi iyi niyetli bir düşünceden kaynaklanıyor ama sonra hissetmeye başladığı tutku ve yavaş yavaş gerçeğin ortaya çıkmaya başlaması hikâyeyi kara film türünün örneklerinden birisi arasına sokuyor. Evli ve iki çocuklu adamın bu olaydan önceki hayatı fazlası ile “gerçek ve normal” ve bu yeni kadının gizemi onu işte tam da bu nedenle kendisine süratle çekiyor. Özetle, içine sürüklenmekten kaçınamadığı bu rolün arkasında üç temel güdü var: kazadan dolayı duyduğu suçluluk duygusu, gizemin çekiciliği ve kendi rutin hayatından kaçma fırsatı. Gerek hikâyenin akışı gerekse karakterler ve belki özellikle de finali 50’li yılların Amerikan kara film örneklerine çok yaklaştırıyor bu filmi ve çarpıcı finali yine o dönem filmlerinin ahlâkçı özelliğini de taşıyor gibi. Bir yandan da filmin taşıdığı temel zayıflık tam da burada yatıyor. O dönem filmlerinin havasını bugüne aynen taşımak hikâyenin zaman zaman bir zorlanmışlık duygusu vermesine ve o yıllar için uygun olan seçimlerin günümüz için uygun olmayabileceğinin düşünülmesine neden oluyor. Karıştıkça karışan işler, bir ara yoldan çıkar gibi olan hikâye filmin başta vaat ettiği başarı seviyesinin altında kalmasına neden oluyor. Dağ evinde üç kişi arasında geçen yemek sahnesi örneğin, hem filmin en etkileyici bölümlerinden biri hem de tüm sahne boyunca diyaloglar ve sahnenin akışı bir şekilde tam olarak istenen vurucu etkiyi yaratmıyor. Sonlardaki “çivileme” sahnesi de benzer bir biçimde dozun epey bir kaçtığı, hani nerede ise bir şeytanla boğuşma sahnesi gibi.
Zaman zaman aksasa da sonuçta ilginç ve başarılı bir film bu. Bazı tutarsızlıkları ve hikâyenin zorlanan yanlarını bir kenara koyarsanız, Anders W. Berthelsen ve Charlotte Fich’in başarılı oyunculukları, her zaman üst düzeyde seyretmese de sahip olduğu kara film atmosferi, açılış ve kapanış sahneleri ve hikâyeye sürpriz bir son getiren Çinlileri ile çekici bir çalışma özetle. Kimi zaman iyi bir Stephen King romanı okur gibi hissettirecek bu çalışma sıkıcı ve rutin bir evlilikten kaçmak için gizemli kadınların (veya dünyaların) peşine düşenlerin başına gelebilecekler konusunda da ciddi uyarılar taşıyor.
(“Just Another Love Story” – “Başka Bir Aşk Hikâyesi”)