The April Fools – Stuart Rosenberg (1969)

“Haftada kaç boşanma davasına bakıyorum, biliyor musun? Her defasında, Tanrım bu benimki olsun diyorum”

İkisi de evli ve mutsuz olan bir adam ve bir kadının mutluluğu yakalamaya çalışmalarının hikâyesi.

“Cool Hand Luke” ve “Brubaker” gibi başarılı filmlerin yönetmeni Stuart Rosenberg’in bir romantik komedi denemesi. Başrollerdeki iki ünlü isme rağmen ne komedisi ne de romantizmi ikna edici bir düzeye ulaşabilen ve bunun da temel nedeni senaryosu gibi görünen bir film bu.

Senaryosu birbirinden bağımsız düşünülmüş biraz romantizm biraz komedi anlayışı ile oluşturulmuş gibi görünen filmde yönetmen Rosenberg de filmin çekildiği yılın özgürlük ve serbestlik modasına uymaya çalışır bir havada serbest stil bir anlatım tarzı benimsemiş sanki. Sık sık kullanılan ve yoran zumlar, sanki Deneuve’ün varlığından ilham alınmış gibi görünen Avrupa sineması esintili kimi kareler ve özellikle Lemmon’ın şov yaptığı sahnelerdeki Amerikan sinemasına has bir anlatım tarzı birbirine karışmış bir şekilde filmde yer almışlar. Hollywood , hiç göstermese de, Paris’i yine bir aşk şehri olarak kullanıyor filmde. Buna karşılık New York garip insanların gittiği garip partiler ve garip kulüplerle dolu ve filmin sürekli bir alay konusu olarak kullandığı (garip heykeller, otomatik makineler ve kapılar vs.) modernizmi ile ürkütücü bir şehir adeta.

Catherine Deneuve belki de kariyerinin en silik oyunlarından birini veriyor film boyunca ama bunun en temel nedeni senaryonun ona adeta oynayacak hiçbir alan bırakmamış olması. Jack Lemmon ise yine çok başarılı. Filmin de en (ve belki de elle tutulur tek) komik ve yaratıcı sahnesinde bir diskotekte kız arkadaşını karanlıkta bulmaya çalıştığı anlarda olduğu gibi tek başına filmin en başarılı ve çekici unsuru oluyor. Öyle ki filmin genellikle vasat sularda gezinen havasını değiştirmek için tek başına kendisini paralıyor sanki. Film Lemmon ve Deneuve’ün geride bırakarak Paris’e kaçmayı planladıkları hayatlarına ait olmadıklarını söylüyor bize ama iki oyuncunun bu filme de ait olmadıkları çok açık.

Yine de açık hava tiyatrosunda tek başına hayatını gözden geçiren Lemmon’ı gösteren kare, yine Lemmon’ın keyiflendiren oyunu ve 60’lı yıllardan getirdiği esintiler ile ilgi çekebilecek bir çalışma. Buna bir de genç bir Catherine Deneuve’ün o yıllardaki saf güzelliğini ekleyince filmi seyretmek için yeterli nedeniniz var aslında. Keşke daha iyi bir senaryo ile Lemmon çabasının karşılığını alabilseymiş diye düşünmemek elde değil.

(“Bana Sevdiğini Söyle”)

(Visited 143 times, 1 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir