One, Two, Three – Billy Wilder (1961)

“Napolyon başaramadı, Hitler başaramadı ama Coca Cola başaracak”

Soğuk Savaş döneminde patronunun kızının Doğu Berlin’den bir komünist ile evlenmesi ile ortaya çıkan sorunları çözmeye çalışan bir Amerikalı adamın hikâyesi.

Ferenc Molnár’ın bir oyunundan Billy Wilder ve I.A.L. Diamond tarafından senaryolaştırılan hikâye Wilder-Diamond iş birliğinin tipik örneklerinden biri olarak yeterince eğlendirici, komik ve hareketli. Hikâyenin ve genelde filmin politik tutumu ise tam bir Amerikan sineması örneği olarak pek çok klişeyi içinde barındıran ve “sol” ruhları epey rahatsız edecek unsurlara sahip oluşu ile dikkat çekiyor.

Adeta bir Coca-Cola reklamı gibi olan film bu şirketin Berlin’deki üst düzey yöneticisinin patronunun duvarın inşasından hemen önce Berlin’e gelen kızının bir Doğu Berlinli komünist genç ile evlenmesi ile ortaya çıkan sorunları tam bir işadamı iş bitiriciliği ile çözmeye çalışmasını anlatırken hikâyesi boyunca da tüm alışılmış (ön)yargıların eşliğinde komünizmi, Sovyetleri, Çinlileri, Doğu Almanya’yı esprilerin ve aşağılamaya varan alayların konusu yapıyor ve Coca Cola ile sembolize edilen kapitalizmi de sevimli espriler eşliğinde idealize ediyor. Coca Cola doğu bloku ülkelerine sızmayı başarınca dünya daha bir yaşanır olacak mesajını siz duymak istemeseniz de üzerinize bolca boca ediyor film. Özetle, dünyada tüm kadınların kürkü olmadığı sürece bir kadının ikinci bir kürk istemesinin ahlâksız olduğunu düşünen bir adamın filmin sonunda Coca Cola fabrikasının müdürü olmaktan mutlu olan bir adama dönüştüğü filme “politik içeriği” açısından ciddiyet ile yaklaşmanın bir anlamı yok.

Evet hemen tüm Wilder filmleri gibi eğlendiren, güldüren ve senaryosu yağ gibi akan bir film bu. Aram Haçaturyan’ın “Kılıç Dansı” müziği ile giriş yapılan hikâye temposunu hiç düşürmüyor ve genç adamı kayınpederi için hazırlama bölümü olarak adlandırılacak son yarım saatinde hayli yüksek bir dinamizm içinde Wilder adeta bir orkestra şefi gibi kurguladığı mizanseni ile filme damgasını vuruyor. Hızlı kurgu, özellikle James Cagney ve Horst Buchholz’un keyifli oyunculukları ve görüntüye giren/çıkan karakterleri ile bu son bölüm fars havasında ve çok dinamik bir tiyatro oyununu seyretmeye benzer bir keyif uyandırıyor. Filmin bu enerjisi ve hızı başarılı senaryonun bir yandan da yorabilecek bir yanına eşlik ediyor. Başta hemen her karede görünen Cagney olmak üzere karakterlerin aralıksız konuştuğu, sataşmaların, esprilerin ve alayların birbirini aralıksız izlediği bir film bu. Öyle ki zaman zaman sessizliği özlemeniz mümkün. Başta genç adamı soylu bir damada dönüştürme bölümü ve arabalı takip sahnesi olmak üzere hayli keyifli anları olan film eğlenmek için birebir özet olarak. Doğu Alman polisinin Amerikan casusluğu ile suçlanan genç adama “Itsy Bitsy Teenie Weenie Yellow Polka Dot Bikini” şarkısı eşilğinde işkence yapması gibi ince buluşları da var filmin.

Seyahate çıkarken yanına sadece satranç takımını, ikinci gömleğini ve kitaplarını alan bir genç adamın aristokrat kökenli bir kapitaliste dönüşmesindeki “korkunçluk” bir yana bırakılmalı ve Wilder sinemasının tadına varılmalı. Eğer bu dönüşümü konuşmak gerekirse söylenecek ve rahatsız olunacak çok şey var çünkü ve toplumsal ideallerin yerini bireysel hedeflerin aldığı ve bu değişime övgülerin dizildiği bir dünyanın yanlışlığına olan inancında insanın kendini yalnız hissetmesi acı bir durum çünkü.

(“Bir İki Üç”)

(Visited 338 times, 1 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir