“Bir zamanlar çok yalnızdım. Ne karım, ne çocuklarım ne de köpeğim vardı. Kısacası özgürdüm.”
Kadınlara herhangi bir bağlılıktan uzak duran bir karikatüristin hayatına bir kadının ve onun çocukları ve köpeklerinin girmesi ile başlayan olayların hikâyesi.
Amerikalı yazar ve karikatürist James Thurber’ın çizgileri ve hikâyelerinden esinlenilerek yazılan senaryo eşliğinde arada animasyona da yer veren film ağırlıklı olarak Jack Lemmon’ın her zamanki başarılı oyunu ile sürüklediği ama ilk yarısındaki özgün anlatımını ve adının çağrıştırdığı temasını tüm zamanına yayamayan bir çalışma.
Marvin Hamlisch’in keyifli müziği eşliğinde “öfke dolu ve intikam peşindeki kadın” karakterlerin yer aldığı animasyon bölümü ile başlayan film bu çizgi kareleri ile baştan bir durumu açıkça ortaya koyuyor: Hikâye erkeklerin gözünden anlatılacaktır ve onların “başlarındaki en büyük dert” olan kadınları hicvedecektir ağırlıklı olarak. Kahramanımızın kendisinin de mizahçı olması nedeni ile onun hayata alaycı bakışının ağır bastığı film özellikle ilk yarısında hayli eğlendirici ve yönetmen Melville Shavelson’ın kimi üslup denemeleri de oldukça başarılı. Lemmon’ın sık sık seyirciye dönerek konuşması adeta kahramanımızın çizdiği bir karikatür bandını izlediğimizi hissetmemizi sağlıyor ve bu durum bir yandan eğlendirici olurken bir yandan da zaman zaman sanki farklı karikatür bantlarını peş peşe seyrediyorsunuz gibi hissetmenize neden oluyor. Adeta bir sinopsis yazılmış ve ardından Thurber’ın mizahından keyifli alıntılarla bu sinopsis bir senaryoya dönüştürülmüş gibi duruyor. Bu kusur bir yana bırakılırsa filmin çok eğlenceli yanları var. Film boyunca Lemmon’ın alaycı (ve kimi hak edimiş gibi görünen aşağılayıcı) esprileri, yine onun yayıncısı ile birlikte eşine yalan söylemeye çalışması, ilk randevunun hayali ve kitap kokteylinde Lemmon’ın “The Party” filmindeki Peter Sellers’ı hatırlatan şovu çok parlak gerçekten. Ne var ki film kadın ile erkek arasındaki savaşı iddia ettiğinin aksine ortaya pek de çarpıcı biçimde koyamıyor ve bu hali ile esinlendiği mizahın sinemasal karşılığını yeterince üretememiş gibi görünüyor.
Tıpkı kahramanımızın hayat anlayışına uygun şekilde, film evlilik öncesi çok daha dinamik ve eğlenceli bir havaya sahipken, evlilik sonrasında film dinamizmini yitiriyor ve sıradanlığa kaymaya başlıyor. Yine de bu ikinci bölümde çizgi karakterler ile oyuncuların birlikte görüntüye geldiği erkek-kadın savaşı sahnesi eğlendirmeyi başarıyor. Bu bölümdeki teknoloji elbette bugünün çok gerisinde ama yine de dönemin koşulları düşünülürse hayli başarılı. Kadın ile erkek arasındaki savaşın ezeli ve ebedi karakteri üzerine çizimleri sevimli ama anlatımı o denli çarpıcı olmayan “insanlığın sonu” bölümü de kendi içinde keyifli. Özetle başlangıçta uyandırdığı heyecanı daha sonra sürdüremeyen ve yenilikçi tavrını unutuveren film yine de ve özellikle ilk yarısında hayli eğlenceli.
(“Kadın Erkek savaşı”)