“Acı çektiğimi görmek istedi, belki de yalvarmamı ve ağlamamı. Her şeye dayanabilirdim ama buna katlanamazdım”
Yolları bir cezaevinde kesişen karakterlerin hikâyesi.
İlk uzun metrajlı filminde Fransız yönetmen Léa Fehner toplumun alt katmanlarından seçtiği karakterler üzerinden cezaevindeki insanları ve o insanlarla olan bağları nedeni ile fiziksel olarak dışarıda ama düşünsel olarak içeride olanları anlatıyor. Temelde üç ayrı hikâyenin kahramanı bu insanlar: bir cinayete kurban olan oğlu nedeni ile Fransa’ya gelen bir Cezayirli kadın, yoksulluktan kurtulabilmesinin tek yolu olarak kendisine sunulan bir yasa dışı teklifi düşünen bir adam ve ilk gençlik aşkında kapıldığı heyecanın sonuçları ile baş etmek durumunda olan bir genç kız. Senaryo tüm bu karakterleri ve hikâyelerin diğer kahramanlarını finalde cezaevinde buluşturuyor ve film başladığı yerde, cezaevinde bitiyor.
Fehner’in filmi öncelikle hikâyelerinin dramatizm gücü ve bu dramatik gücü artırmaya değil aksine belgesel benzeri bir anlatımla gücü gerçek hayatın olağan parçalarından biri olarak göstermeyi başaran yönetimi ile dikkat çekiyor. Üç farklı hikâyenin kahramanlarının kendi hayat çizgilerinde ilerlerken karşılaşmaları veya finalde aynı anda aynı yerde olmaları herhangi bir rahatsızlık veya zorlama hissine neden olmadığı gibi senaryo zaten finaldeki bu buluşmaya seyircisini hazırladığını çok açık bir şekilde gösteriyor. Bu sakin ritimli ve alçak gönüllü film tüm iddiasızlığına rağmen seyircinin kendisinden film boyunca kopmamasını ve karakterlerinin “kaderlerini” merak etmesini sağlıyor. Bu başarıda karakterlerin ulaşılmaz değil sıradan insanlar olarak belirlenmesinin ve tüm oyuncuların doğal ama güçlü oyunlar sergilemesinin ciddi payı var kuşkusuz. Cezayirli kadın rolündeki Farida Rahouadj, aldığı teklifin olası sonuçlarını değerlendiren adam rolündeki Reda Kateb ve genç kızı oynayan Pauline Etienne en çok öne çıkan isimler ve bu isimler içinde Reda Kateb ayrı bir takdiri hak ediyor. Rahoudaj oğlunun neden öldürüldüğünü keşfetmeye çalışan kadını gözlerinden hiç eksilmeyen hüzün ile yürek burkan bir şekilde canlandırırken, Etienne çocukluk ile kadınlık arasında bir noktada duran genç kızın hem çocuk hem kadın ruhunu abartısız oyunu ile çarpıcı bir şekilde getiriyor karşımıza. Kateb ise hayatının tüm alanlarında kendini sıkıştırılmış hisseden karakterinin korkusunu, öfkesini ve çıkışsızlığını parlak bir dramatizm içinde yansıtıyor seyredene.
Kameranın bir gözlemci edası ile sadece olan biteni göstermeye odaklanan tercihi filme adeta bir dramatik-belgesel havası kazandırıyor ve böylece kameranın özellikle cezaevinin önünde veya görüşme odalarından aktardıklarını seyrederken bu ortamlar tam da böyledir diye düşünmenizi sağlıyor. Basit ve sadece görüntüleri destekleyen bir tarzı olan müziğin de bu atmosferi desteklediğini söylemek gerekiyor. Bu tercihler fiziksel veya dramatik “hareketlilik” bekleyenleri zorlayabilir ama samimiyetini, tarafsızlığını, gözlemciliğini ve sıradan hayatların içinde olduğu kadarı ile dramatizmini bu seyircilere yine de geçirmeyi başaracaktır bu film. Tüm dramatik hikâyelerine rağmen aldığı teklifle baş başa kalan adamın örneğinde olduğu gibi her zaman “olumlu” bir sonucu olmama olasılığı varsa da hikâyelerde birbirleri ile tesadüfen karşılaşan insanların bir diğerine uzattığı eli ve hayatın devamı için verdikleri umudu da atlamamak gerek. Bu da filmin o sakin gücüne umudun doğurduğu yaşam sevincini ekliyor.
Filmin “sanatsal” gücünün bir parça eksik olduğu veya belgesel tarzı seçimine aykırı düşen bir şekilde sessizlik anlarını değil konuşmaların çokluğunu tercih ederek sinemasal gücünü azalttığı söylenebilir belki ama gerek diyalogların başarısı gerekse verdiği sahicilik duygusu bu eleştirileri bertaraf ediyor. Hikâyelerin tek başlarına ele alındığında birer kısa/orta metrajlı film olabileceği ve bu bağlamda neden bir uzun metrajın parçası oldukları ve bir büyük resmin birbirini bütünleyen parçaları olup olmadıkları tartışmaya açık bir konu ama bu iddiasız, büyük sözleri olmayan ve “dürüst” filme ilgiyi kesinlikle azaltmaması gereken bir durum bu.
(“Silent Voices” – “Sessiz Sesler”)