“Yeni bir Pearl Harbor gibi bir katalizör olmadan, yeni bir düzene geçiş döneminin oldukça uzun sürmesi muhtemeldir ”
Derin devletin operasyonlarının izini süren bir adamın eline 9/11 saldırısı ile CIA’nin bağlantısını gösteren bir diskin geçmesi ile başlayan olayların hikâyesi.
Birleşik Devletler’in genlerine yerleşmiş görünen terör paranoyasını başlatan 11 Eylül saldırısının sinemadaki izlerinden biri. İlk ve şimdilik tek filminde yönetmen Dave Herman derin devletin bu saldırı ile bağlantısını olduğunu iddia eden ve yazılımına kendisinin de katıldığı senaryoyu başlangıcı ile ümit veren ama hikâye ilerledikçe vasata kayan bir anlatımla ele alıyor ve bir parça hayal kırıklığı yaratıyor.
Film 9/11 saldırısından sonra dozu artan ama muhtemelen her zaman hayatın bir parçası olan dinleme, gözetleme ve izleme faaliyetlerinin sürekli olarak altını çiziyor ve bireylerin “big brother” tarzı bir gözün denetiminde olduğunu söylüyor, ve bu duygunun rahatsız ediciliğini biraz mekanik bir düzeyde de olsa aktarmayı başarıyor. Kapalı veya açık alanda, hiçbir yerde insanın bu denetimden muaf kalamayacağını hissettiren film baş kahramanın bu histen duyduğu rahatsızlığı yeterince güçlü vurguyabilse daha etkili olabilirmiş gibi görünüyor ama senaryo bunu seyirciye bırakmış gibi. Senaryonun bir başka ve aslında temel olarak aksadığı nokta ise filmin özellikle ikinci yarısında rayından çıkıp ciddiyetini kaybetmeye başlaması ve örneğin gizemli kadının göründüğü tüm sahneler düşünüldüğünde libidosu yüksek bir ergenin politik fantezileri biçimini alması. Öyle ki tüm seyrettiklerinizin bu ergenin bir rüyası olduğunu bile düşünebilirsiniz filmin sonunda. Oyunculukların da bir parça “yapay” olması bu fantezi düşüncesini destekliyor açıkçası.
“Malta Şahini” adlı klasiğe göndermeler de içeren film eşcinsel karakterlere yaklaşımındaki sırıtan “heteroseksüelliği” ve yatakta çarmıhtaki İsa pozisyonunda uzanmış olarak gösterdiği komplo teorisyeninin gerçeğin peşinde koşan kurtarıcılığını vurgulamak gibi sembolik yaklaşımları ile seyirciyi beraberinde götürmekte zorlanıyor. Filmdeki kimi mizah unsurları da belki bir Amerikalı’nın iddia edeceği gibi konunun hassasiyetine uygunsuzlukları nedeni ile değil –ki kesinlikle doğru bir analiz olmaz bu-, filmin genel havasına aykırı düşmeleri ve karakterlerin bir kısmını gereksiz biçimde karikatürize etmeleri nedeni ile eleştiriye hayli açık görünüyor. Sinema tarihinde içindekinin ne olduğunu merak edeceğiniz daha fazla kutulu filmin var olduğunu düşününce, bu serbest stilde çekilmiş bağımsız yapımın baş oyuncusunun sempatikliğine veya en azından başlangıcında vaat ettiği ve hatta sergilediği gizemine rağmen zayıf kaldığını belirtmek gerek. Yine de filme adını veren ve karşı-terörizm faaliyeti amacı ile tüm bireyleri ve aralarındaki ilişkileri mercek altına alan “Able Danger” programını gündeme getiren ve derin devlete dokunan bir film ile ilgilenmekte yarar var. Bu gündeme getirme ve dokunma keşke daha güçlü bir sinema dili ile olsaydı dememenin de mümkün olmadığını unutmadan.
(“Hünerli Tehlike”)