Play Dirty – André De Toth (1969)

“Yaşamak istiyorsan, asil duyguları unut”

İkinci Dünya savaşı sırasında Kuzey Afrika’daki Alman yakıt deposunu yok etme görevlendirilen ve bir İngiliz subayın yönettiği suçlulardan oluşlan bir grup askerin hikâyesi .

Macar asıllı yönetmen André De Toth’un İngiliz yapımı bu filmi savaş üzerine çekilmiş ana akım sinemanın diğer filmlerinden kimi özellikleri ile ayrılmayı beceren, farklılığını kimi anlarında başarı ile ortaya çıkaran ama genel olarak vasatın çok da üzerine çıkamayan bir çalışma. Bir savaş filmi olduğunu unutmadığını gösteren ve ortalama bir başarı seviyesini tutturmuş görünen çarpışma sahnelerinden çok “sessiz aksiyon” sahneleri ile öne çıkan film savaş karşıtı görünen söylemleri ile de öne çıkıyor ama karşısında durur gibi göründüğü bir ayrımcı tavra, eşcinsellerin sinemada kullanım şekline, gerçekte nasıl yaklaştığı ile hayli yanlış bir tavrın da peşinde koşuyor.

Özellikle Amerikan sinemasının başta adı ile de kendini belli eden “The Dirty Dozen” filmi olmak üzere pek çok örneğini verdiği bir alan, suçlulardan oluşturulmuş bir asker grubunun savaşta kullanımı ve kahramanlıkları. Bu film de benzer bir temadan yola çıkıyor ama asıl derdi başka. Kurallar içinde ve asil bir İngiliz centilmeni gibi hareket eden ve Michael Caine’nin karakterinin soğukluğunu birebir yansıtan oyunu ile canlandırdığı İngiliz subay ile savaşın kirli bir oyun olduğuna ve sağ kalmak için de kirli oynamak gerektiğine inanan ve Nigel Davenport’un güçlü oyunu ile canlandırdığı yüzbaşı Leech’in otoritelerinin çatışması ve bunun üzerinden anlatılan savaşın kirliliği filmin ana teması. Tehlikeli bir göreve gönderilen birliğin askeri hiyerarşinin tepesindekilerin ihanetine uğraması ve yem olarak kullanılmaları gibi yan temalar da hikâyenin savaş karşıtlığını destekleyen unsurları olarak görünüyor. Özellikle basit ama çarpıcı (öngörülebilir olsa da çarpıcı) finali filmin bu barışçı mesajlarının tamamlayıcısı oluyor. Sonuçta kahramanlıkları değil kahramanlık adı altındaki suçları sergileyen ve filmdeki bir diyalogdan alıntı yaparsak, “savaşın suç şirketlerinin faaliyet alanı olduğunu ve bu yüzden savaşmak için suçlu kişilikler gerektiğini” söyleyen bir film karşımızdaki.

Barışçılığı ile öne çıkan film grup içinde iki eşcinsel Arap karaktere yer vererek dönemine göre cüretkâr bir tavır da takınıyor ama bu karakterlerin kullanımı hayli sorunlu. Diğer Arap karakterlerin pis, yabani ve hayvanlara eziyet eden görüntülerinin üzerine bu iki eşcinsel karakterin hemen her göründükleri sahnede karikatür olmaya hayli yakın bir şekilde resmedilen şekilde sarılmaları, el ele tutuşmaları ve her çatışmadan sonra cesetleri soymaları filmin bu yaygın ayrımcılık alanında iki zıt uç arasında gidip gelmesinin örneklerini oluşturuyorlar. Tüm bu öğeler üzerinden bakıldığında da filmin hikâyeye bu iki karakteri yerleştir(ebil)mesi takdiri hak etse de genel geçer yargılardan ve kimi sahnelerdeki oryantalist bakışlardan kaçınamaması rahatsız edici oluyor. Özellikle iki Arap karakterin el ele tutuşmalarının bu kadar sık görüntülenmesi, senaristler bugün de Arap ülkelerinin sokaklarında sık görülebilen bir geleneksel davranış şeklini yanlış mı anladılar acaba diye düşünmeye sevk ediyor seyrederken.

André De Toth’un hikâye boyunca kimi tercihleri filmi popüler sinemanın bazı klişelerinden de uzak tutuyor. Bazen dakikalar boyunca süren ve diyalogsuz ve müziksiz anlarda karakterlerimizi bir planın hazırlıkları içinde veya bir mayını imha etmeye çalışırken görüyoruz. Kameranın görüntülediği karelerin çoğunluğu da final dışında, çoğunlukla silahlı çatışma sahnelerine değil zor bir coğrafyada ve çoğunlukla çölde yolculuk eden askerlerin yaşadığı zorlukları ve kendi aralarındaki, özellikle Davenport ve Caine arasındaki, karakter çatışmalarına ait. Yönetmenin bu tercihleri filmin artılarından ama genel olarak bakıldığında film bir süre sonra monotonlaşıyor ve örneğin jipleri tepeden aşırma sahnesinin neden o kadar uzun tutulduğunu sorguluyorsunuz. Aksiyon sahnelerinden uzak duran filmin finalde yakıt depolarındaki sahnesinin neden o kadar uzun olduğunu da düşünmemek elde değil örneğin. Bu sahne dışında dış aksiyonları geriye iten filmin iç aksiyonları çarpıcı bir biçimde ele alamaması da filmin çekiciliğini azaltıyor doğrusu. Senaryonun yukarıda bahsettiğim eşcinsel karakterler konusundaki kafa karışıklığının yanısıra yerli Arapların çarşı içinde jiple seyahat eden İngiliz askerlerin arabasını (uygarlığı?) görünce kenara çekilmemeleri ile örneklendirilebilecek klişeler de filme zarar veriyor.

(“Kirli Oyun” – “Çirkin Oyun”)

(Visited 112 times, 1 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir