“Gidersin ama benden kurtulamazsın. İsmin, şöhretin, güzelliğin, evet güzelliğin, hepsi benim eserim”
Güçlü bir gazinolar kralı, ünlü bir şarkıcı ve bir yoksul piyanist arasındaki aşk üçgeninin hikâyesi.
Ertem Eğilmez’in Sadık Şendil’in Mahmut Yesari’nin aynı adlı eserinden uyarladığı senaryosundan çektiği bir film. Hikâye daha sonra benzerleri ile Türk sinemasında defalarca tekrarlanan bir “Pygmalion” hikâyesi. Eğilmez siyah beyaz çektiği bu senaryoyu sadece beş yıl sonra farklı bir kadro ve renkli olarak tekrar uyarlamış sinemaya. Aslında sadece bununla da yetinmemiş; 1965 tarihli bu filmin gördüğü ilgi üzerine sadece 2 yıl sonra “Sürtüğün Kızı” adıyla ve senaryosunu yine Sadık Şendil’in yazdığı bir film daha çekmiş. 1965 tarihli “Sürtük” filmi ise hikâye olarak veya sinemasal olarak özel bir başarı göstermese de kimi özellikleri ile kendisini nispeten olsa farklı kılıyor.
Şarkıcımızı Türkan Şoray, acımasız gazino kralını Ekrem Bora ve genç piyanisti ise sinemada o dönemde yeni bir yüz olan Cüneyt Arkın canlandırıyor. 1970’teki renkli versiyonda ise bu rolleri sırası ile Hülya Koçyiğit, yine Ekrem Bora ve Göksel Arsoy üstlenmişlerdi. Güzelliğinin doruğundaki Türkan Şoray filmin komedi ağırlıkklı ilk yarısında bir parça abartılı ve fazlası ile gösterişçi bir oyun verirken, dram ağırlıklı ikinci yarıda daha dengeli bir oyun tutturmuş görünüyor. Ekrem Bora Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde en iyi oyuncu ödülünü kazanan performansı ile hayli başarılı. Cüneyt Arkın ise henüz sinemaya ısınmaya çalışan bir havada bir parça donuk oynuyor film boyunca.
Yeşilçam’ın geleneksel olarak bir türlü tutturamadığı senkron ayarının damgasını vurduğu ve ses ile ağız hareketlerinin tutmadığı bir şarkı sahnesi ile başlıyor film. Neyse ki Şoray o kadar “dinamik” oynuyor ki bu sahnede bu senkron bozukluğunu farketmeyebilirsiniz bir süre sonra. Gazino kralının şımarık assolistine kızgınlığı ile giriştiği yeni bir assolist yaratma hikâyesi beraberinde tüm klişeleri ile birlikte alışveriş, kuaför, görgü ve dans dersleri sahnelerini de getiriyor. Acımasız patronun şarkıcıya aşık olması ve bu arada şarkıcı ile piyanist arasında da aşkın gelişmesi ile aşk üçgenimiz oluşuyor. Bundan sonrası tıpkı bu ana kadar yaşananlar gibi bir klişeler geçidi halinde ilerliyor. Yine de Cüneyt Arkın’ın sonradan intikamını alacak olsa da dayak yediği bir filmin bu bakımdan bir parça ayrıştığını da söylemek gerek ama filmi asıl farklı kılan kesinlikle finali. “Kötü” karakterimizin finaldeki kararı ve özellikle filmin popüler sinemanın yapacağının aksine hayli başarılı çekilmiş ve Ekrem Bora’nın da çok iyi oynadığı (sinemamızdaki en iyi ağlama sahnelerinden biri olsa gerek) bir sahne ile ve kötü karakterimizin görüntüsü ile kapanmayı tercih etmesi filme çarpıcı bir son kazandırmış. Ekrem Bora karanlığa karışıp muhtemelen ebedi yalnızlığına doğru yürürken film de seyirciye parlak bir veda gösterisinde bulunuyor.
Senaryodaki kimi problemlerin de (örneğin ilk sahnede şarkıcının yanında olan adam ve çocuğun, özellikle adamın ebeveynlerinin ölmesi nedeni ile şarkıcıyı yetişiren kişi olduğu düşünülürse, finale kadar ortadan kaybolması filmin şarkıcı için çizdiği karaktere hiç uygun bir davranış değil) dikkat çektiği film Eğilmez’in dinamik anlatımı, üç ünlü oyuncusunun varlığı ve başarılı finali ile bir göz atılmayı hak ediyor.