Benim ve Roz’un Sonbaharı – Handan Öztürk (2009)

“Abim bütün dünyayı ayağa kaldıracaklarını söylemişti. Kimse ayağa kalkmadı ve baraj yapıldı”

Yapılacak baraj nedeni ile su altında kalacak olan Hasankeyf’te barajın yapılmaması için mücadele eden insanların hikâyesi.

Handan Öztürk’ün ilk ve şimdilik son uzun metrajlı filmi. Senaryosu da yönetmene ait olan film Hasankeyf’te kaybetmeye mahkum olduklarını bildikleri bir mücadelenin içindeki insanları anlatırken bölgenin (Güneydoğu) kimi başka unsurlarını da, dağdakileri, kuma geleneğini ve yoksulluğu da gündeme getiriyor. Tüm bunları anlatmaya soyunan film ne yazık ki savruk anlatımı, nereye odaklanacağını bilememesi ve derli toplu bir bütünsel bakıştan uzaklığı ile hayli zayıf bir görüntü veriyor.

Türk sinemasının ezeli ve ebedi sorunu gibi görünen doğru senaryonun eksikliği filmin en büyük problemi olarak görünüyor. Birkaç on yıllık bir ömrü olan bir baraj için yok edilecek bir tarihi miras ve bu katliama karşı direnen insanların mücadelesi başlı başına ağır ve yeterli bir konu iken filmin adeta popüler bir İtalyan komedisi havasında “sevimli Kürt” karakterlerin küçük maceralarını sergilemeye de soyunan film, kuma sorunundan dağdan inmiş kadının şehire uyum sorununa, sadece ucundan değinilir gibi yapılan siyasi sorunlardan hikâyenin geçtiği dönemde yaşanan Bağdat’ın Batılı güçlerce işgaline, konudan konuya atlıyor. Böyle olunca da filmin derdinin ne olduğu anlaşılmıyor. Baraja karşı verilen mücadelenin içindeki karakterleri elbette tanımalı ve bir birey olarak ne hissettiklerini ve kişisel hikâyelerini anlamalıyız elbette ama burada olan o değil. Senaryo bir oradan bir buradan mantığı ile komediyi, dramı ve gerilimi de kapsayacak şekilde hepsini önümüze boca ediyor. Senaryodaki şehirli dansöz kuma gibi karakterlerin hikâyeye ne kattığı da bir başka sorunlu alanı filmin. Zaman zaman sadece kısa bir sahnede Serra Yılmaz’a yer verebilmek için bu karakterin yaratıldığını düşünmeniz bile mümkün.

Filmin baş oyuncusu Serkan Altunorak dışındaki oyunculukların genellikle vasat bir düzeyde seyretmesi de filmin bir başka zayıf noktası. Altunorak ise oyunculuğu ile kendisini kurtarıyor ama senaryodaki aksamalardan o da payını alıyor. Örneğin onun evlilik gecesinde nehir üzerindeki saldaki erotik olması hedeflenmiş sahnelerinin gerçekçilikten ne kadar uzak olduğunu tartışmaya bile gerek yok. Bu sahnelerde kendinizi Güneydoğu’da değil bir Fransız tatil kasabasında geçen bir film seyrettiğiniz düşüncesi içinde bulabilirsiniz. Akıcılığında ciddi bir sorunu olan hikâye bir de bu tür gerçekçilikten uzak sahnelere yer verince kendi ciddiyetine de bayağı bir zarar veriyor. Keşke film sadece baraj mücadelesine odaklansa, sevimli karakterlerin peşine düşmese ve hazır oraya kadar gitmişken bölgeye özgü ne varsa hepsini göstereyim telaşına düşmeseymiş; ortaya muhtemelen daha doyurucu bir film çıkardı. Nitekim filmin başarılı ama zaman zaman fazla şık görünen görüntüleri bir kenara bırakılırsa, en çarpıcı sahnesi aslında bu durumda nerelere gidilebileceğini kesin olarak kanıtlıyor. Bu sahnede annesi cezaevinde olan kadının bebeğinin bakıcılığını kasabadaki farklı kadınlar üstleniyor bir Kürtçe ninni eşliğinde ve filmin tümünden çok daha dolu ve doğru şeyler söyleniyor o anlarda.

(Visited 105 times, 1 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir