“Bana çok uzun bir zaman önce söylediğin bir şeyi asla unutmayacağım: “Nasıl davranman gerektiğini düşünüyorsak, ona uyacaksın”. Ve 35 yılda bu düşüncenden bir milim ayrılmadın. Mahkumlarının dışarıya bir kukla gibi ve senin dayattığın değerlerle, senin uyum anlayışın ile, senin istediğin davranış alışkanlıkları ve hatta senin ahlak anlayışın ile çıkmalarını istiyorsun. İşte bu yüzden bir başarısızlık örneğisin Harvey, sen ve tüm hapishane sistemi; çünkü mahkumların hayatlarındaki en önemli şeyi, kişiliklerini çalıyorsun onlardan”
İşlediği cinayet nedeni ile müebbet hapse mahkum olan bir adamın hapishane avlusunda bulduğu bir serçeye gösterdiği ilgi ile bir kuş uzmanına dönüşmesinin hikâyesi.
Amerikan sinemasının 60’lı yıllardan gelen bir klasiği. Hollywood’un ustalarından John Frankenheimer’ın yönettiği film Thomas E. Gaddis’in gerçek bir karakteri anlattığı kitabından Guy Trosper tarafından sinemaya uyarlanmış. Baş oyuncusu Burt Lancaster’ın bu hayli uzun (147 dakika) filmin hemen her anında göründüğü ve karakterinin yıllarca süren hikâyesini ustalıklı bir şekilde canlandırdığı hikâye Hollywood’a özgü bir problemi –gerçekleri sinemaya yumuşatarak veya daha doğru bir deyişle çarpıtarak aktarmak- bir kenara bırakılırsa özellikle de klasik sinemadan hoşlananlar için görülmesi gerekli bir çalışma.
Robert Franklin Stroud 1909’dan öldüğü 1963 yılına kadar tam 54 yıl kalmış cezaevinde. Thomas Gaddis’in onun hapishane hayatını anlattığı ve 1955’de basılan kitabı sinemaya ise Stroud’un ölümünden bir yıl önce bu film ile aktarılmış. Aktarılırken de hayli popüler olan kitabın çok eleştirilen bir yanı da perdeye aynen taşınmış. Stroud’un gerçek hayattaki hapishane arkadaşları onu kavgacı, uyumsuz ve problemli olarak tanımlarken romanda/filmde karşımıza çıkan asi ve inatçı ama iyi bir insan. Senaryo işlediği ilk cinayeti, pazarladığı bir hayat kadınını döven bir adamı öldürmesini, diyaloglar aracılığı ile anlatırken de adamın kadın ticareti diye özetleyebileceğimiz mesleğinden de hiç söz etmiyor. Bu ve benzeri kimi hususlara Hollywood alışkanlığı diyerek geçersek, Trosper’ın senaryosu ve Frankenheimer’ın yönetmenliğinin sonucu tam anlamı ile ustalık dolu bir klasik film olarak tanımlanabilir. Çoğunlukla kapalı ve hücre gibi küçük alanlarda geçmesine rağmen Frankenheimer filminin nefes almasını sağlıyor –gerçi bu başarı filmin aslında diyaloglar dışında asıl derdi olarak görünmeyen, adamın özgürlüğünü ömür boyu yitirmiş olması duygusunu zayıflatıyor- ve bu uzun filmin bir yağ gibi akıp gitmesini sağlıyor. Tam elli dört yılını bir saniye sonra ne olacağını bilerek kapalı bir alanda yaşamak zorunda olan adamın hikâyesi Amerikan sinemasının sevdiği türden bir başarıyı anlatıyor; içinde bulunduğu olağanüstü zor koşullara, mahkumların kişiliklerini yok ederek onları tek tip bir “kuklaya” çevirmeyi hedefleyen bir ceza sisteminin en üst derecede tecridi de içeren koşullarına rağmen bir adamın hiç bilgisinin olmadığı bir konuda sadece kendi çabası ile nerede ise bir bilim adamı olacak derecede ilerleyişini, kuş hastalıkları üzerine çok popüler olan bir kitap yazmasını ele alıyor. Kahramanımız kuşlarla ilgilenmek için gerekli koşullar elinden alındığında ise Amerikan cezaevi sistemlerinin tarihini ele alan bir kitap yazmaya da girişiyor üstelik. Amerikan tarihinin önemli isimlerinden biri özetle Stroud ve normalde çok daha fazla ilgi gösterilecek ölümü ise hemen bir gün sonra John Kennedy’nin bir suikast sonucu ölümü nedeni ile deyim yerindeyse arada kaynamış.
Senaryonun öne çıkan olumsuz bir yanı daha var açıkçası: kahramanımızın hayatını yazan romancı rolündeki anlatıcının zaman zaman araya girmesi ve hatta filmi açıp kapatanın da onun sözleri olması. Evet arada önemli bilgiler veriyor bu dış ses ama bu bilgilerin hikâyenin kendisine yedirilmesi ve dış sesten vazgeçilmesi çok daha doğru olurmuş. Lancaster’ın üzerine bir şey daha eklenmesi mümkün görünmeyecek derecedeki nerede ise mükemmel oyununun yanında, senaryodaki diğer önemli karakterleri canlandıranlar da hayli parlak performanslar veriyorlar. Karl Malden, Telly Savalas, Betty Field ve bir annenin çocuğuna duyduğu aşırı sevginin nelere yol açabileceğini kısa rolüne rağmen ustalıkla anlatan Thelma Ritter da Lancaster gibi takdiri hal etmişler oyunculukları ile. Elmer Bernstein’in tam da böyle bir filme yakışacak klasik esintili müziği ve Burnett Guffey’in keyifli siyah-beyaz görüntüleri de filmin artılarından. Bu ustalara Frankenheimer’in zaman zaman başvurduğu küçük teknik oyunlarla (kahramanımızın hücredeki sarhoşluğu ve hapishane isyanı bölümlerinde olduğu gibi eğik kamera açılarının kullanımı örneğin) sade bir zenginlik kattığı mizanseni bu filmin hak ettiği kimi artık klasikleşmiş anları da içeriyor. Lancaster’in hücresinde kuşları ile ilgilendiği tüm anlar ama özellikle ilk serçesi ile olan ilişkisini gösteren kareler, karısı ile bir camın ardından vedalaşmaları ve hapishane müdürü Karl Malden ile Lancaster’in son yüzleşmesi gerçekten çarpıcı. Hapishanedeki isyan bölümü için ayrıca bir parantez açıp Frankenheimer’in filmin asıl odağında olmayan ve hikâyenin genel havası ve temposunun dışında kalan bu bölümü abartmadan ama kesinlikle etkileyici bir ekonomik sinema anlayışı ile çektiğini de eklemek gerek. Lancaster’in yıllar boyunca hapishanede kendisi de bir dönüşüm geçiren karakterini (yıllarca nerede ise baş başa oldukları gardiyanına ilk kibar sözlerini tam 12 yıl sonra söyleyen birisinden söz ediyoruz) nasıl hayata geçirdiği bile filmi görmek için tek başına yeterli bir neden ama bu film çok daha fazlasını vaat eden ve vaatlerinin tümünü de tutan türden bir eser. Bir klasik.
(“Alcatraz Kuşçusu”)