“Sana baktıklarında, artık seni görmüyorlar. Gördükleri sadece benim”
Genetik olarak mükemmel olmayan bir adamın üstün özellikleri olan bir adamın kimliğine bürünerek Satürn’ün Titan uydusuna yapılacak uzay yolculuğuna katılmaya çalışmasının “uzak olmayan bir gelecekte” geçen hikâyesi.
1990’lı yıllardan, efektlerden çok felsefeye dayanan bir bilim kurgu filmi. Andrew Niccol’un yazdığı ve yönettiği film genetik araştırmaların ve uygulamaların ailelere mükemmel çocuğu doğurmak için fırsat verdiği bir dünyada normal yollarla doğan kusurlu (mükemmel olmayan anlamında kusurlu) bir gencin hayalleri için verdiği mücadeleyi ilginç hikâyesi ile anlatıyor. Irkçılığın bildiğimiz anlamını değiştirip başka bir biçimde en üst düzeyde varlığını sürdürdüğü hikâye gerilimi sürekli canlı tutabilmesi ile de dikkat çekiyor ama senaryosunda yeterince üzerine gitmediklerinden ve kimi kolay yollara sapmasından dolayı tam bir başarıdan da uzak kalıyor.
“Normal” doğanlarla seçilerek doğanların iki ayrı insan ırkı gibi yaşadığı bir toplum karşımızdaki. İlk gruptakiler bugün bildiğimiz şekilde tesadüflerin belirlediği sperm ve yumurta eşleşmesi ile doğuyorlar ve doğum anında alınan bir damla kan ile bebeğin yaşam süresinden karşılaşacağı hastalıklara kadar tüm hayatı ihtimal oranları ile birlikte ebeveynlere söyleniyor. Kahramanımız da bu şekilde doğan bir genç. İkinci gruptakiler ise anne babaya farklı sperm yumurta eşleşmelerinden seçim yapma ve böylece –fiziksel açıdan- mükemmel çocuğa sahip olma imkânı veren bir süreç ile dünyaya geliyorlar. İlk gruptakiler daha basit işlerde çalıştırılırken, ikinci gruptakiler birinci sınıf vatandaş olarak yaşıyorlar bu toplumda. Irkçılığın resmen yasak olduğu ama aslında tüm hayatın parçası olduğu bu toplumda filmde de söylendiği gibi “nerede olduğun değil nasıl doğduğun önemli” kuralı hüküm sürüyor. Kahramanımızı canlandıran Ethan Hawke’ın idare ettiği ama karakterinin gerilim ve mücadelesini yeterince çarpıcı bir biçimde önümüze getiremediği filmde bu karakterin temel olarak üç kişi ile ilişkileri hikâyenin aktığı mecralar oluyor. Bu kişilerin ilki kardeşinin aksine “mükemmel” çocuk olan abisi. Niccol’un filmi bu ilişkiyi özellikle iki kardeş arasındaki yüzme yarışları üzerinden aktarıyor bize ve mesajını da vermek için fırsat olarak kullanıyor bu yarışları. Ne var ki bu mesaj aynı zamanda senaryonun sorgulanması gereken bir yanını da ortaya çıkarıyor. Kahramanımız “normal” ama aynı zamanda fiziksel olarak da güçlü biri; peki böyle olmayıp bu denli zeki ve güçlü olmasaydı ne olacaktı? Fiziksel ırkçılık olarak adlandırabileceğimiz bir dünyada kahramanımız “mükemmel” kardeşini altedecek bir güce sahip olmasaydı ne düşünmemiz gerekiyordu? Yıllar önce okuduğum bir hikâyede zengin çocukların sahip oldukları ve babalarının parlak meslekleri yüzünden onların yanında kendini ezik hisseden ve babası balıkçı olan bir çocuğun yaşadığı anlatılıyordu. Bir gün bir kayığın devrilmesi ile denize düşen zengin arkadaşlarını babası boğulmaktan kurtarır ve çocuk artık göğsünü gere gere benim babam kahraman diye dolaşır ortalıkta. Hikâye “kahramanlığın” paraya dayalı bir şey olmadığını anlatır ama öte yandan şu sorunun cevabını ver(e)mez: Babanın kahramanlığını göstereceği bu fırsat çıkmasaydı ne olacaktı? İşte filmimizde de benzer bir soruyu sormamız gerekiyor: Gencimiz kadar zeki ve güçlü olmayan diğer “normaller” ne yapacak peki, onlar için ne düşünüyor filmimiz?
Kahramanımızın hikâyeye aracılık eden ikinci ilişkisi ise yerini aldığı ve bir kaza sonucu kötürüm kalan “mükemmel” genç. Jude Law’ın parlak bir oyunla ve kesinlikle Hawke’ı gölgede bırakarak canlandırdığı bu karakter hikâyenin zirve noktalarından birisi aslında. Gencin tekerlekli iskemleye mahkum bir “mükemmel” oluşu içerdiği çelişki ile hayli ilginç alanları seyircinin önünde açıyor ve Niccol da bu alanların üzerine gidiyor ama hikâyenin asıl odağı kahramanımızın yaşadığı gerilim olunca ikinci planda kalıyor bu ilginç alanlar ve sanırım yazık da oluyor. Çünkü gerek Law’ın karakterinin yaşadığı trajedi gerekse iki karakterin birbirinin yerine geçmesi ile ortaya çıkan “kimlik bunalımı” üzerinden hissedilenler hayli çekici ve başlı başına ayrı bir hikâyenin konusu olabilecek kadar önemli. Kahramanımızın hikâyenin gidişatını belirleyen son ilişkisi ise kendisi gibi “normal” olan ve Uma Thurman’ın bir parça ve planlı görünen soğuk bir performans ile canlandırdığı kadın ile olan birlikteliği. Niccol bilim kurgu olarak nitelendirilebilecek filmde efektlerden özenle uzak durduğu gibi romantizmi de ikinci plana atmış ama bu tercih ikili arasındaki ilişkiden seyirciye bir kvılcımın geçmemesine neden oluyor ve ikili sahneler zaman zaman oldukça zayıf kalıyor romantizm açısından.
Ünlü besteci Michael Nyman’a ait olan hayli etkileyici müziği ve Kieslowski’nin “Trois Couleurs: Bleu – Üç Renk: Mavi” filminden hatırlayacağımız görüntü yönetmeni Slawomir Idziak’ın başarılı kamera çalışmasının da keyif kattığı bir film “Gattaca”. Bu başarılara yalın set tasarımlarının ve kostümlerin etkileyiciliğini de eklemek gerek. “Çok uzak olmayan bir gelecekte” geçen hikâyesi nedeni ile göz alıcı ve gürültülü efektlere ihtiyaç duymayan film bu açıdan da doğru bir seçim yapmış görünüyor; hikâyenin hemen hiç aksiyon barındırmayan ama gerilimi yaratmayı başarabilen yapısı bu efekt eksikliğinden de yararlanıyor ve seyirciye genetik mükemmelik çalışmaları ve buradaki pek de gizli olmayan faşizan içerik üzerine düşünme fırsatı tanıyor böylece. Bir sahnede karşımıza gelen on iki parmaklı piyanist üzerinden Niccol senarist ve yönetmen olarak hangi tarafta durduğunu da seyirciye açıkça söylüyor diye düşünüyorum. Ayrıntılara verdiği önem ve özellikle sürekli yapılan fiziksel test ve kontrollerde kahramanımızın yaşadığı gerilimi başarı ile yansıtmasıyla da dikkat çeken filmde benim “normal” ve “mükemmel” olarak nitelendirdiğim sınıflara hikâyenin “in-valid – geçersiz/uygun olmayan” ve “valid – geçerli/uygun” sıfatlarını uygun gördüğünü de belirtmiş olayım bu arada. Yan rollerde Alan Arkin, Gore Vidal ve Ernest Borgnine gibi güçlü isimlerin yer aldığı hikâye üstte belirttiğim kusularına ve ek olarak kahramanımızın başta ailesi ile olan sahnelerindeki bir parça yapaylığına rağmen ilgiyi hak eden bir çalışma özet olarak.