“Belki de birlikte bir şeyler kaydedebiliriz”
Özel hayatlarının ses kaydını gizli bir şekilde yaptığı için nişanlısı ile arası bozulan bir adamın ve onun bu garip merakını paylaşıp oyunlarının parçası olan bir kadının hikâyesi.
ABD’li yönetmen J.R. Hughto’nun 2006 tarihli ve pek beğenilmemiş “The Thin Time” adlı çalışmasından yedi yıl sonra çektiği bu ikinci eseri, sanatçının yönetmenliğinin yanısıra yapımcılığını, senaristliğini ve kurgusunu da üstlendiği bir film. Düşük bütçeli ve kimi bağımsız film festivallerinde ödüller de alan film taklit hayatlar yaratmak/oynamak ve hayatlarımızın ne kadarında “gerçek kendimizi” ortaya koyduğumuz üzerine kimi ilginç anları olan ama ortalama seyirciyi zorlayabilecek bir minimal sinema örneği.
Brian McGuire’in canlandırdığı Henry adlı karakterin hem yatak odasındaki seslerini hem de kendisine yapacağı evlilik teklifinin provasını yaptığını fark eden ve asıl olarak bunların ikincisine bozulan nişanlısı Beth (Nina Milin) tarafından evden atılması ile başlıyor filmimiz. Tesadüfen devreye giren Charlie adlı kadının (Sonja Kinski) adamın merakını paylaşması ile gelişen hikâye temel olarak belli durumlarda olduğumuzdan farklı davranmak ya da özel bir takım konuşmalarda mükemmelliği yakalamak için kendi kendimize ve bazen de farkında olmadan yaptığımız provalar üzerine ilerliyor. Charlie ile Henry kadının çoğunlukla nişanlının yerine geçtiği anları hayal ediyor ve bu hayali an üzerinden konuşup bu diyaloglarını kaydediyorlar. Henry sadece bu anları değil, örneğin iş yerindeki arkadaşlarının konuşmalarını da gizlice kaydediyor. Charlie’nin fotoğrafçılık merakı belki bu ses kayıtlarına karşılık gelen bir görsel kayıt oyununu içeriyor ama eğer yönetmen/senarist Hughto’nun gerçekten böyle bir amacı varsa oldukça yüzeysel kalan bu tema pek de seyirciye geçmiyor açıkçası. Üç baş oyuncudan özellikle Brian McGuire’in öne çıktığı ama temel olarak hayli uyumlu bir takım oyununa tanık olduğumuz filmde, yönetmen hemen tamamen el kamerası kullanımı ve doğaçlama havası veren diyalogları ile bir gerçekçilik yakalamış açıkçası ve karakterlerin tuhaflığı bu gerçekçilik ile ilgi çekici bir biçimde çelişiyor. Hayali anların peşine düşüp o anları konuşan karakterlerimiz ve özellikle Charlie, gerçek ile hayal arasındaki sınırı aşıyor zaman zaman ve hikâye bu açıdan seyirciye de kendi yaşadığı hayatın ne kadar gerçek olduğunu düşünme fırsatı veriyor.
Genelde durağan ilerleyen filmin hem en hareketli hem de en başarılı sahnesinde Henry düşkünü olduğu plakların kaydında yer almış bir adamla karşılaşıyor. 1970’lerde doldurulan bu plaklar iki kişinin karşılıklı olarak havadan sudan konuştukları kayıtlar ve kullanım amacı da evde birilerinin olduğunu düşünecek hırsızları evden uzak tutmak. Kahramanımız bu kayıtları yapanlardan biri olan yaşlı adamdan plakların kaydı sırasında herhangi bir prova yapmadıklarını ve öylesine konuştuklarını öğrenince çok sinirleniyor; çünkü ezberlediği diyaloglara plak çalarken eşlik ettiği bu konuşmaların “mükemmellik” arayışı olmadan kaydedilmiş olması onun takıntılarına çok ters düşüyor. Evet, böyle ilginç karakterleri ve teması var hikâyenin; ne var ki gerek bu karakterlerin ve hikâyenin gelişimi gerekse karakterin takıntısı seyirciyi yeterince etkileyecek güçte bir sinema dili ile gelmiyor karşımıza. Bu durum da filmin minimalliği, kısıtlı mekanları ve konuşmaya dayalı senaryosu ile yan yana gelince filmin içine girmek zorlaşıyor; özellikle de harekete ve bir şeylerin olup bittiği hikâyelere alışkın seyirciler için daha da zor olan bir durum bu. Senaryonun Henry ile Beth arasındaki ilişkiyi, Charlie karakterinin Henry’nin “oyununa” bu kadar kolaylıkla uyum göstermesini ve hatta onu da aşmasını -Charlie’nin fotoğrafçılığının onun da bir gözleme ve kaydetme tutkusunun sembolü olarak ikna edici biçimde kullanılamaması nedeni ile de- yeterince iyi işleyememesi filmin aleyhine olmuş görünüyor.
İlginç bir ses kurgusu ve filmin kısmen gizemli havasına eşlik eden ilginç ve tuhaf müzik çalışması ile yine de ilgiye değer bir film bu. Karakterlerini yeterince seyircinin önüne çıkaramasa da ve seyirciden gösterdiğinin ötesini kendisinin keşfetmesini beklese de -ki aslında filmin gerçek ile hayal arasındaki çizgi üzerine ilerlediğini düşünürsek belki de doğru bir tercih bu-, film özellikle sergilenenin ötesine geçmekten hoşlanan ve çağrıştırdıklarını hikâyenin en az kendisi kadar önemli bulanlar için kesinlikle bir cazibe taşıyor.