Zabana! – Saïd Ould Khelifa (2012)

“Bunun son mektubum olup olmadığını bilmeden yazıyorum. Bunu sadece Allah biliyor”

Cezayir halkının Fransızlar’a karşı verdiği bağımsızlık savaşının önemli isimlerinden Ahmed Zabana’nın hikayesi.

Bugün Cezayir halkının bir milli kahraman olarak kabul ettiği ve müzelere ve stadyumlara adı verilen Zabana’nın özellikle cezaevinde geçen son dönemini anlatan film 2012 yılında Cezayir’in Yabancı Film dalında Oscar’a aday gösterdiği ama son beşe kalamayan bir çalışma. Cezayirli yönetmen Saïd Ould Khelifa’nın 1991 yılında başlayan ama toplamda sadece üç filmden oluşan yönetmenlik kariyerinin de son filmi olan eser bir bağımsızlık savaşının önemli bir figürünü anlatması ile önemli, ama bu önemin sinemasal karşılığını ne yazık ki yeterince bulamamış bir film. Hikâyedeki karakterlerin gelişimi veya sinemasal bir heyecandan çok önemli bir tarihsel figürü gerçeğe en yakın hali ile anlatmaya soyunan film bu hali ile kuşkusuz öncelikle Cezayir halkının ilgi alanına girecektir. Yine de baş roldeki Imad Benchenni’nin oyunu ve özellikle son bölümde, seyrettiklerinizin bire bir gerçeği yansıttığını bildiğiniz için daha da etkileyici olan sahneleri ile ilgi çekebilir.

1949’da Cezayirli bağımsızlık savaşçılarının bir postaneyi soymaları ile başlayan film 1956’da Ahmed Zabbana’nın giyotinle idam edilmesi ile sona eriyor. Onun idamından altı yıl sonra, 1962’de bağımsızlığına kavuşan Cezayir’in tarihi için önemli bir figür olan Zabana’nın cezaevinde geçen günlerine odaklanıyor filmimiz. Bu anların öncesindeki günleri de karşımıza getiren hikâyenin ilk problemleri de burada başlıyor aslında. Açılıştaki soygun sahnesi gösterildiği hissedilen çabanın aksine yeterince başarılı değil ve elle tutulur bir gerilim duygusu geçiremiyor seyirciye. Benzer şekilde cezaevi günlerine kadar olan tüm bölümler bir parça fazla fazla tanıdık ve özel bir tat içermeyen havada ilerliyorlar. Üstelik tüm bu sahneler adeta birbirinden bağımsız çekilmiş, ortak bir hikâyenin parçaları gibi görünmeyen ve sanki kısaltılarak derinliklerini yitirmiş gibi duran bölümler içeriyor çoğunlukla. Dolayısı ile filmimiz seyirciyi avucunun içine alacak sıkı bir giriş yapamıyor. Bu sahneler “terörist” tanımının nerede durduğunuza bağlı olarak nasıl değişebildiğini (görüntüye gelen dönemin Fransız gazetelerinin kupürleri üzerinden de) veya Fransız bir askerin yine Fransız bir kadına söylediği “dikkatli bakın, Araplar genellikle birbirine benzer” sözlerinin de gösterdiği bir ırkçı/küçümseyici bakışını göstererek sinemasal olarak da etkileyici olma potansiyeli taşıyorlarmış oysa ki. Ne var ki gerek Azzedine Mihoubi’nin senaryosu, gerekse Khelifa’nın yönetmenliği bu potansiyeli yeterince harekete geçirememiş. Hikâyenin sonraki tüm bölümlerinin geçtiği hapishane günleri ise bu potansiyelin daha iyi değerlendirildiği ve filmin de asıl çekici yanlarının oluşturduğu anlar olarak dikkat çekiyor. Yine de burada da fazlası ile düz bir anlatımın egemen olduğunu ve o sırada yaşanan “tuhaflıkların” gerçekliği nedeni ile daha da trajik olan final sahnesinin bile bundan bir parça olumsuz etkilendiğini söylemek gerekiyor.

Hafif Arap ve caz esintili müziğin başarılı olduğu ama her zaman doğru zamanlama ile kullanılmış görünmediği filmin senaryosu olayları ve karakterleri geliştirme konusunda da sıkıntılar yaşıyor. Sanki karakterlerin ve olayların gerçekliği senaristin bunlara sinemasal bir tat katmak konusunda elini kolunu bağlamış gibi görünüyor. Tüm bu kusurlarına karşın öncelikle bir ulusun kendisini sömüren bir güçten kurtuluş mücadelesini bir önemli karakter üzerinden bu mücadeleye saygı ve sevgi ile bakarak anlatan bir film ilgiyi hak ediyor elbette. Sartre’ın “Cezayir Fransa değildir” sözüne karşılık olarak “Fransa Sartre değildir” diyen Fransız milliyetçilerini, direniş savaşçılarına her türlü işkenceyi yapan bir “medeni” ulusun yaptığı katliamları ve idamlara evet diyen dönemin Savunma Bakanı Françoise Mitterand’ı hatırlatan bir film görülmeli kuşkusuz. Gillo Pontecorvo’nun muhteşem “La Battaglia di Algeri” filmi Cezayirli bir direnişçinin infaz edildiği bir sahne ile başlar; bu film de belki aynı direnişçinin infazını anlatan bir sahne ile sona eriyor. Ve etkileyici finalinden önce de kimi sinemasal sıkıntılarına rağmen direnişin kutsallığını ve bir gün mutlaka kazanılacağını hatırlatıyor ki hayli önemli olsa gerek bu.

(Visited 76 times, 1 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir