“Gürcü dansı erkeklik üzerine kuruludur, zayıflığa yer yoktur”
Ülkenin folk danslarını icra eden Ulusal Gürcistan Topluluğu’nun ana ekibine girmek için çalışan bir dansçının, gruba yeni katılan bir başka dansçı ile yakın arkadaşlığının kendi kimliğini keşfetmesine yol açmasının hikâyesi.
Gürcistan asıllı İsveçli yönetmen Levan Akin’in yazdığı ve yönettiği; İsveç, Gürcistan ve Fransa ortak yapımı olarak çekilen bir film. Eşcinsel bir aşkı konu edinmesi yüzünden Gürcistan’da başta Ortodoks Kilisesi olmak üzere muhafazakârların ve milliyetçilerin tepkisini çekmiş ve polis koruması altında yapılan gösterimler olaylı geçmişti. “Gürcistan ve Hristiyan geleneklerine ve değerlerine aykırılık” gibi ülke ve din adı değiştirildiğinde ülkemizde sıkça duyduğumuz sözleri hatırlatan bu protesto gerekçesinin kabalığına zıt bir noktada duran zarif bir çalışma bu. Hikâye çok yeni değil ve Batı sinemasında çok daha önceleri benzerleri sıklıkla anlatılmış ve zaman zaman klişeler de çıkıyor karşımıza ama kahramanımızın geleneksel erkek ve kadın rollerinin katı bir biçimde çizildiği bir sanatla ilgileniyor olması filmi kesinlikle farklı bir noktaya taşıyor. Başrolde yer alan ve ilk kez oyunculuk yapan Levan Gelbakhiani’nin müthiş performansı, hikâyenin doğal olaral içerdiği kırılganlığının iyi işlenmesi ve samimiyet duygusunun hep korunması kesinlikle ilgiye değer kılıyor Levan Akin’in filmini.
Kişinin kendini ifade etmesinin en önemli ve çekici araçlarından biri olsa gerek dans; Merab da başta çok bilinçli bir şekilde olmasa da, tutku ile bağlandığı bu sanatın kimliğini ortaya koyabileceği (başta ise farkında olmadan ve tam tersine, kimliğini gizleyebileceği) bir araç olduğunu anlıyor hikâye ilerledikçe. Kuralları, ritüelleri ve üstlenilen rolleri ile yüzyıllara dayanan geçmişleri olan halk danslarının doğal gelenekçiliği dansçıları da belli bir kimliğe girmeye zorluyor elbette. Merab bu kimlikten rahatsız değildir ve zaten kendi kimliğini de henüz keşfetmemiş, daha doğrusu bu keşfe gidecek yollardan uzak durmuştur. Hocasının kendisine “Çok yumuşak duruyorsun, çivi gibi durmalısın!”, partneri ve aynı zamanda kız arkadaşı olan kadın dansçıya ise “Gürcü dansında cinselliğe yer yoktur, bakire saflığın olmalı” dediği bir dünyada icra etmektedir sanatını Merab. İşte tam da bu nedenle tüm bir final bölümü sadece bu hocaya değil, tüm bir toplumsal anlayışa, geleneklere ve toplumsal baskılara karşı müthiş bir karşı çıkışın sembolü oluyor ve etkileyici bir son sağlıyor filme.
Topluluğun ana ekibindeki erkek dansçılardan biri Ermenistan turnesinde bir başka erkekle (“üstelik de Ermeni” bir erkekle) basılmış ve ailesi tarafından “iyileşmesi” için manastıra yollanmıştır dedikodulara göre. Onun yerine seçilmek Merab’ın en büyük hayali olduğu gibi, gruba yeni katılan bir başka erkek dansçı olan Irakli de aynı hayalin peşindedir. Irakli ile Merab arasındaki sevgi -tahmin edileceği üzere- bakışmalar, imalı sözler ve davranışlarla başlar ve ilerler; bu süreç açısından film bir yenilik sunmuyor bize ama Levan Gelbakhiani yüzündeki o kayıtsız kalınması mümkün olmayan sevimli gülümsemesi ile bu anları benzersiz kılıyor kesinlikle. Aşkın, bir ilk aşkın, kişinin gerçek kimliğini ortaya koyabilmesini sağlayan aşkın görkemini, tüyler ürpertici güzelliğini, “aptallaştıran” gücünü ve niteliği ile neden olduğu tereddütü, korkuları ve isyanı aynı çarpıcılıkla yansıtıyor oyuncu. Onun doğal bir büyü barındıran performansı filmin tanıdık hikâyesini farklı kılmaya tek başına yetiyor denebilir rahatlıkla. Kahramanımızın kendisinden geleneksel erkek rolünü üstlenmesini beklenen bir sanatı, üstelik tutku ile icra etmesinin yarattığı ikilemi de ustalıkla yansıtıyor Gelbakhiani. Irakli rolündeki Bachi Valishvili de ona çok iyi bir uyum sağlayarak, aşklarının duygusal ve fiziksel boyutunu inandırıcı kılıyor.
Merab’ın macerasını çoğunlukla el kamerası kullanarak anlatıyor yönetmen Akin ve gerçekten etkileyici pek çok sahneye imza atıyor. Tüm bir “son dans” bölümü, Merab ve Irakli’nin karşılıklı danslarındaki coşkulu anlar, Robyn’in “Honey” şarkısı eşliğinde yapılan dansla içgüdülerin tamamen serbest bırakılması, Merab’ın abisi ile yüzleşmesi (şiddetle ihtiyaç duyulan desteğin verilmesinin ve kendini serbest bırakabilmenin güzelliğine tanık oluyoruz burada) ve kahramanımızın düğünden ayrılış sahnesi sadece birkaçı bu bölümlerin. Toplumun tüm yerleşik ve bireylere empoze edilen değerlerinden sıyrılmanın sembolü olan bu ayrılış sahnesini tek planda çekmiş yönetmen ve Merab’ın o an içinde bulunduğu ruh hâlini ve trajedisini başarılı bir şekilde geçirmiş seyirciye. Bu sahnenin sonunda kamera düğünün gerçekleştiği evin penceresinden, tepeden görüntülüyor onu ve bizi bir an için toplumun yerine koyarak tepeden ve zorlayan bakışın bireyleri ezdiğini de anlatmış oluyor.
Başta Gürcü halk şarkıları olmak üzere çekici bir soundtrack’i var filmin; bu folk ezgilerinin yanında aralarında Robyn ve ABBA’nın da olduğu müzisyenlerin eserlerinden de yararlanıyor film ve özellikle ABBA sahnesinde bir parça klişe gibi görünse de seyrettiğimiz, yine de hikâyeye yakışacak şekilde yapıyor bunu. Filmin klişelerle ilgili asıl sıkıntısı ise, karakterler ve hikâyedeki gelişmelerle ilgili. Örneğin Merab’ın kız arkadaşı, sevdiği erkekle ilgili gerçeği keşfetmesi ve finaldeki yaklaşımı ile defalarca seyrettiğimiz bir “anlayışlı ve desteğini hiç esirgemeyen kadın” karakteri aynen karşımıza getirirken, diğer birkaç yan karakter de Levan Akin’in vermek istediği mesaj düşünülerek oluşturulmuş gibi görünüyor. Son bir problem olarak da Merab’ın abisi ile Irakli’nin karşılaşmaları gibi tesadüflerin biraz zorlama olduğunu söyleyelim ve Akin’in senaryosunun bu tür durumları daha yaratıcı bir şekilde halletmemesinin sıkıntılı olduğunun altını çizelim.
Düğünde papazın “Adem, Havva, erkek, kadın ve küreselleşmenin neden olduğu sapkınlıklar” konulu konuşmasının oldukça tanıdık geleceği ve acı acı güldüreceği filmde dans sahnelerin koreografisini hazırlayan Gürcü sanatçının isminin gizli tutulduğunu öğreniyoruz kapanış jeneriğinde. Bunun nedenini “sanatçının ülkesinde çalışmaya devam edebilmesi için” diyerek açıklayan Akin’in filmi çok derinlere gitmese de, gerçekleşmesi imkânsız bir mutluluğu kaybetmenin acısını, yüzleşmeyi, aşkın coşkusunu ve özgürlük ihtiyacını çok iyi yansıtan, yüreklere dokunması ile kesinlikle ilgiyi hak eden ve tüm dans bölümlerinin tadının çıkarılması gereken bir sinema eseri; halk dansının katı disiplini içinde kendini keşfetmenin ve özgürlüğü bulmanın hikâyesi.
(“Ve Sonra Dans Ettik”)