Bir buçuk yılı aşkın bir süredir artık isimleri ve içerikleri birbirine karışmış ama hedefleri ortak gibi görünen davalardan biri olan Odatv davasının tutuklu sanığı olarak cezaevinde olan Soner Yalçın’dan hızlı ve kolayca okunabilen, yine akıcı bir dille anlatılmış ve gazetecinin tutuklandıktan sonraki ilk yirmi dokuz gününe ait bir çeşit günlük özelliği taşıyan bir kitap. Yalçın diğer kitaplarında olduğu gibi yine günümüzde yaşananları Osmanlı dönemine kadar uzanan örnekler ile yan yana getiriyor ve ülkede değişen bir şey olmadığını söylüyor. Haksız bir şekilde özgürlüğünün elinden alındığına inanan bir insanın kimi zaman epey duygulandıran bu kitabı iki iz daha bıraktı bende. Birincisi, ne kadar yakından takip etseniz de korkunç bir dezenformasyona maruz kaldığınızda bir süre sonra egemen güçlerin sizi istedikleri yöne şu ya da bu ölçüde sürükleyebildiklerini görmenin yarattığı korkunç rahatsızlık. Yalçın epey örneklendiriyor bu durumu kitabında. İkincisi ise hepimizin zaman zaman düştüğü bir tuzağı fark etmenin verdiği rahatsızlık. Haksızlığa uğradığını düşündüğünüz bir insanın yanında dururken, ısrarla onunla aslında aynı düşüncede olmadığınızı vurgulama telaşı. Hangi gerekçeden kaynaklanırsa kaynaklansın, bu telaşı hissetmenin ve ona göre davranmanın yanlışlığını hatırlatıyor bu kitap.
Kategori: Okuduklarım
Hangi Küreselleşme – Attilâ İlhan
Attilâ İlhan’ın 90’lı yıllarda çeşitli gazete ve dergilerde yayınlanan yazılarından derlenen kitap, yazarın deyimi ile Türkiye’nin 30’lu yıllarda başlayan “totaliterlik” eğiliminden arada demokrasiye pek de uğramadan 90’lı yıllardan itibaren küreselleşmeye savrulmasını analiz ediyor. Yazarın başka yazıları da “Hangi…” serisinden “Sol”, “Batı” ve Atatürk” gibi diğer başlıklarda derlenip yayınlanmıştı. Kitap tüm derlemelerde olduğu gibi “tekrarın” izlerini taşıyor ve İlhan’ın 91-97 arasındaki yazılarını ardı ardına okuyunca bunu daha önce okumuştum hissine kapılmaktan kurtulamıyorsunuz. Bu bir kenara bırakılırsa, İlhan ısrarla şu temel savın peşinde tüm yazılarında: 30’lu yıllarda “Müdafaa-i Hukuk” ve “Misak-ı Milli” kavramlarından uzaklaşmaya başlayıp dünyadaki totaliterizm rüzgârına kapılan Türkiye’nin bugün de ve üstelik ülke yöneticilerinin dışardan teşvikli gönüllülüğü ile adına küreselleşme denen yeni sömürü düzenine geçmiş olması. Zaman zaman Türk halkının “karakteri” icabı bu yeni düzene geçişte karşısına engel çıksa da yöneticilerimizin, İlhan’ın kitabın önsözünde alıntıladığı gibi “Gün gibi ayan oldu içime, encamı fenadır bu gidişatın”. Üstelik İlhan bunları bugünlerde küçük emperyalist olmaya soyunmuş Türkiye’yi görmeden yazmış.
Kırk Katır Kırk Satır – Ahmet Şık / Ertuğrul Mavioğlu
Sonsuza kadar sürecek görünen ve gerçek ile yalanın birbirine karıştığı, daha doğru bir deyiş ile karıştırıldığı, ve “ileri demokrasimizin” göstergesi olarak gösterilen davalardan birinin içeriğini anlamak için okunmasında yarar olan bir kitap. “Kontrgerilla ve Ergenekon’u Anlama Kılavuzu” adlı ilk cildinde çok fazla yeni şeyler söylemiyor olsa da Ergenekon davasının arkasındaki ilişkiler ve kontrgerillanın tarihçesine odaklanan kitabın “Ergenekon’da Kim Kimdir?” adlı ikinci cildi ise davada adı geçen hemen herkesi önem derecesine göre kısalı uzunlu ve dava ile ilişkilerine ağırlık veren hayat hikâyeleri ile anlatıyor. Özellikle ikinci cildin kitabın basımından sonra da zanlı listesi uzamaya devam eden davanın tüm karakterlerini anlatması iyi ama bu cilt daha çok iddianamenin bir özeti gibi duruyor ve özel bir araştırma gazetecilik havası taşımıyor pek. Kitabın yazarlarından biri olan Ahmet Şık’ın Ergenekon davası ile ilişkilendirilerek bir yılı aşkın süredir tutuklu olmasının ülkenin içinde bulunduğu akıl tutulmasının çarpıcı bir örneği olduğu, kitap okunduktan sonra çok daha iyi anlaşılıyor. Kimi zaman tarafsız gibi duran kimi zaman ise söz konusu davalının ismine bağlı olarak isnat edilen suçun gerçekliğinin veya gerçek dışılığının yanında taraf tutan kitap hem ülkenin durumunun hem de davanın içeriğinin iyi bir özeti ve pek çok benzerinin aksine objektif tutumu ile öne çıkıyor ama yine de okumayı bitirdiğinizde yeterlilik açısından bir eksikliğin hissedildiği de açık.
Ne Kadar Gamlı Bu Akşam Vakti, “Safa Önal Kitabı” – Yasemin Arpa (Söyleşi)
Filme çekilen 395 senaryo ile bir dünya rekorunun sahibi olan Yeşilçam’ın altın yıllarının senarist ve yönetmenlerinden Safa Önal ile yapılan bir nehir söyleşi. Sanatçı ile konuşan Yasemin Arpa ustalıklı bir şekilde yönetmiş bu uzun bir zamana yayılan konuşma serisini ve tüm kitabı adeta doğal bir akışı olan bir biyografiyi sohbet ortamında dinliyor gibi okuyorsunuz. Safa Önal’ın muhteşem hafızasının ve ustalıklı dilinin çok ciddi bir katkıda bulunduğu bir kitap bu. 1953 yılında içine girdiği Türk sinemasının hemen tüm isimlerini içeren anıları, derin bir sevgi ile bağlandığı ve andığı sinema hayatından aktardıkları ve bugün artık pek örneği kalmamış İstanbul’lu bir Cumhuriyet çocuğu bakışı ile Önal kitabı hayli çekici kılıyor. Sanata, sanatın her dalına ve sanatçılara duyduğu derin hayranlığın izlerini taşıyan, ezberden okunan bir şiirden 50’li yıllarda bir gece kulübündeki şarkıcının kıyafetinin güzelliğine geçiş yapılan bu eserin dikkat edilmesi gereken tek bir tarafı var: Kitabın tüm sayfalarından yoğun bir nostalji taşıyor dışarıya. Tüm emeğini yedinci sanata adamış, hem güzel yaşamış hem çok çalışmış bir insanın portresini çiziyor kitap ve 80’li yıllarla birlikte hızla dönüştürülen bir toplumun geride neleri bıraktığının acı bir şekilde altını çiziyor. Önal birkaç ufak istisna hariç herkesi saygı ama en çok da sevgi ile anıyor. Kırıldıklarını bile anlamaya çalışıyor ve o yılların şimdi küçümsenen filmlerinin arkasındakileri ve en çok da emeği anlatıyor bize. Samimiyetini kaybedip hoyratlaşan bir toplumun bireyleri olarak kitaptan alınacak çok dersler var.