Cilveki Tur – Aik Karapetian (2012)

“Dede, ben çok korkuyorum. Böyle devam edemem. Yaşım ilerledikçe her şey daha zor oluyor”

Letonya’nın yoksul ve Rus azınlık kesiminden, irili ufaklı suçlara bulaşmış bir gencin ayakta kalma çabasının hikâyesi.

Ermenistan doğumlu ve Letonya’da yaşayan sinemacı Aik Karapetian’ın senaryosunu da yazdığı ve ilk filmi olan bu çalışma küçük bir ülkeden gelen ilgi çekici bir eser. Sovyetler Birliği döneminden kalan devasa sosyal konutlara yaklaşan kameranın aktardığı görüntüler ile başlayan ve aynı kameranın bu konutlardan yavaş yavaş uzaklaşması ile sona eren film bir gencin baş edemediği ve büyüdükçe daha da korkunç olan yaşadıklarından nasıl kurtulacağını bilemediği sorunlu hayatını ele alıyor temel olarak. Baş oyuncusu dahil çoğunluğu ilk sinema filmlerinde oynayan oyuncuları ile etkileyici bir gerçekçilik duygusu yakalamayı başaran Karapetian, ülkenin geçmişine de göndermeler yapan hikâyesi ile sadece baş kahramanının değil tüm bir toplumun da bir kimlik ve gelecek arayışı içinde olduğunu söylüyor bize. İçeriği açısından benzerlerinden asıl hikâyesinden çok göndermeleri ile ayrılan film, daha çok gerçekçi ve yalın tavrı ile dikkat çekiyor.

Doğu Bloku’nun çökmesinden sonra bağımsızlığına kavuşan bir ülke Letonya, ülke nüfusunun dörtte biri Rus kökenli ve halkın üçte birinden fazlası da birinci dil olarak Rusça konuşuyor. Yönetmen Karapetian Rus kökenli olan karakterlerin yer aldığı filmini bir sahne dışında Rusça çekmiş ve ilginç bir tesadüfün sonucu olarak da filmi, sinemsal içeriğinden çok bu tercihi ile bir tartışmanın odağına oturmuş ülkesinde. Filmin gösterime girdiği tarihler ülkede Rusça’nın ikinci resmi dil olması hakkında düzenlenen ve ret ile sonuçlanan bir referandum ile çakışmış çünkü. Kahramanımız ve en iyi arkadaşı günlerini araba soymak, yolda yalnız yürüyenlere saldırmak, içmek ve sarhoş olmakla geçiriyor çoğunlukla. Arkadaşı İngiltere’ye kapağı atma hayalinin gerçekleşmesine yardımcı olacağı için kız kardeşini sanal seks için pazarlamayı bile göze alıyor. Etraflarındaki tipler de onlardan farklı değil hikâyenin bize gösterdiğine göre. Karapetian’ın senaryosu tek bir olumlu karakter göstermiyor hikâye boyunca. İster iki ana karakterimiz gibi yoksul olsunlar ister zengin, tüm karakterler bir olumsuzluk içinde yüzüyorlar sanki. Kahramanımızın Sovyet döneminde bilim adamı olan “dedesi” gibi nispeten olumlu görünen karakterler bile sakladıkları sırları olan mutsuz insanlar. Aslında sadece bireyleri değil, toplumu da bir arayış içindeki mutsuz insanlar grubu olarak gösteriyor film. ABD’de yaygın olan türden bir tarikat liderinin vaizlik yaptığı toplantıdaki tüm o karakterler örneğin, bir arayışın pençesine düşüp oraya gelmişler gibi. Kısacası, mutsuz ve huzursuz bir toplum resmi çiziyor bize yönetmen ve filmine katmayı başardığı sahicilik duygusu ile bu resmin daha da çarpıcı görünmesini sağlıyor.

Karapetian’ın hikâyesi aslında çok da yeni şeyler söylemiyor ana hikâyesinde ama Sovyet dönemine göndermeleri, kimliğini oluşturmaya çalışan bir toplumun dalgalanmaları ve arayışları (dinsel tören sahnesi vs.) ile kendisini farklı kılmayı başarıyor. Yine de hikâyenin baş karakterinin dedesine korktuğunu söylediği sahnedeki arayışının bir parça daha derinleştirilmemesi filmin lehine olmamış gibi. Öyle ki bu sahne adeta araya öylesine yerleştirilmiş havası yaratıyor. Filmin yalınlığına ve alçak tondan konuşan havasına zarar vermeden daha iyi bir çözüm bulunmalıymış baş karakterin bu sıkıntısını hikâyeye yedirebilmek için. Görsel açıdan yetenekli bir yönetmen olduğunu kanıtlayan bir çalışması var bu filmde Karapetian’ın. El kamerası kullandığı sahneler veya hareketli sahnelerde bu ustalığını yakından hissediyorsunuz. Eğik kamera açısını tercih ettiği tarikat sahnesi biçim ile içeriğin başarılı bir uyumunun örneği kesinlikle. Buna karşılık, gencimizin dedesi ile mutfakta konuştuğu sahnede kameranın hareketlerinin gereksiz olduğunu ve sahnenin içeriği ile uyuşmadığını söylemek gerek, ama neyse ki bu hatayı sadece bir kez yapmış yönetmen.

İlk filmini çeken bir yönetmenin cesur, hatta provokatif bir tavrı kolay yollara ve aşırılıklara sapmadan gösterebilmesi kolay bir iş değil elbette ve Karapetian Tambet Tasuja’nın kurgusu, Janis Eglitis’in görüntüleri ve doğru seçilmiş sıkı müzikleri ile hem dinamik hem sade bir film ortaya koyarak bunun için gerekli olgunluğa sahip olduğunu göstermiş kesinlikle. Derdi umutsuzluğu, boşluğu ve bundan kaynaklanan şiddet ve öflkeyi ortaya koymak olan bir film bu ve küçük bir ülkenin en önemli azınlığını oluşturan bir toplumda yaşanan hikâyesinde gerçekçilikten ödün vermeden başarıyor bunu. Filmin etnik özelliklerini vurgulamış olmak aslında şu yanlış izlenimi de yaratmamalı: Film yerelliği ağır basan bir hikâye anlatmıyor bize, aksine benzer tüm toplumlar için geçerli olabilecek evrensel bir hikâye bu. Mutsuzluğunu, yalnızlığını ve çıkışsızlığını şiddete yönelerek unutmaya çalışan, “yaralı” ruhunun acısını kendisine yakınlık gösteren tek insan olan dedesinden çıkaran gencin hikâyesi ilgi ile izlenmeyi hak ediyor, özet olarak.

(“Lyudi Tam” – “People Out There” – “Etraftakiler”)

(Visited 59 times, 1 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir