“Ben affetmeye inanıyorum. İnsanlar değişir; gerekirse değişirler.”
Müzisyen sevgilisinin aşırı dozdan ölümünden sonra hayatını yeniden kurmaya ve küçük oğlunu kazanmaya çalışan bir kadının hikâyesi.
Fransız yönetmen Olivier Assayas’ın Fransa, Kanada ve İngiltere ortak yapımı olarak düşük bir bütçe ile çektiği bir film. Maggie Cheung’un Cannes’da ödül kazanan oyunculuğunun en çekici yanı olarak göründüğü film dozunda tuttuğu duygusallığı ile de dikkat çeken bir çalışma. Yönetmene ait olan senaryo gerçekçiliği ve tarafsızlığı ile öne çıkıyor ve hikâyenin alışılmışlığını aşmasına yardımcı oluyor. Bir yurdunu/yerini/konumunu bulma hikâyesi olarak özetlenebilecek olan filmin zaman zaman sarktığını ve “heyecan” açısından sıkıntı çektiğini de söylemek gerek.
Maggie Cheung’dan başlamak gerek. “Fa Yeung Nin Wa – Aşk Zamanı” adlı başyapıttaki kadın kişisel hafızamda/tarihimde o denli önemli bir yer tutuyor ki Cheung’u başka bir rolde benimsemek hep çok zor oldu benim için. O kadını, o hüzün ve melankoli abidesini, o yaşanamayan duyguların somut halini başka bir karaktere bürünmüş görmek baha hep ihanet gibi geldi. Bu “kişisel” problem bir yana bırakılırsa, Cheung üç ayrı dil konuştuğu bu filmde çok zor bir işin altından başarı ile kalkıyor. Ünlü müzisyen sevgilisinin uyuşturucu alışkanlığının ve düşüşe geçen kariyerinin sorumlusu olarak görüldüğü için hiç kimse tarafından sevilmeyen kadının, sevgilisinin ölümünden sonra içine düştüğü boşluğu ve çaresizliği ve buna rağmen ayakta kalmak için yaptığı mücadeleyi oldukça ekonomik, hatta nerede ise minimal diye tanımlanabilecek bir oyunculukla anlatıyor bize. Tüm görmezlikten gelmelere ve ret edilmelere rağmen yolunu bulmaya çalışan kadını hoş bir yalınlık ve gerçekçilik ile getiriyor karşımıza. Üstelik çekimler sırasında yönetmen Assayas ile boşandıklarını da hatırlatalım!
Tricky ve filmde kullanılan pek çok şarkının sahibi olan David Roback gibi isimlerin kendilerini canlandırdıkları film bu isimlerden kaynaklanan sıkı bir müzik bandına sahip ve Assayas’ın bu şarkıları kullanım şekli de takdiri hak ediyor. Şarkılar hikâyenin önüne çıkmıyor ve uyuşturucu alışkanlığının sonrasını anlatan bu “müzik dünyası ve uyuşturucu” temalı filmin havasına sağlam bir katkıda bulunuyor. Kadın sevgilisinin ölümünden sonra önce cezaevine sonra da hayatını yeniden kurabilmek için bir yerden diğerine sürüklenirken ve hor görülmeye varan davranışlara rağmen ayakta kalmaya çalışırken kamera bu müzikler eşliğinde takip ediyor onu. Filmin zaman zaman uzamış görünmesine de neden olan ve hikâyenin derdini anlatabilmek için bunca farklı karaktere gerçekten ihtiyacı var mı sorusunu sorduran bu sahneler bu problemlerine rağmen filmin sağlam yönlerinden biri. Assayas’ın duyguları ayaklandırmaya değil -oysa bu sahnelerin böyle bir potansiyeli var-, sadece olan biteni tarafsız bir gözle göstermeye odaklanması bu bölümleri gerçekten başarılı ve çekici kılıyor. Senaryonun küçük çocuğun bakımını üstlenen büyükbaba ve büyükannenin kadınla olan ilişkilerini de yine sade bir zariflik ile anlatmasını da Assayas’ın başarı hanesine ekleyelim. Özellikle büyükbabanın oğlunun ölümü nedeni ile bir yandan suçladığı, bir yandan da özellikle çocuğun kendilerinden sonraki hayatını düşünerek affetmeye hazır olduğu kadına olan yaklaşımını abartısız bir duygusallık ve gerçekçilik ile ele almış hikâyemiz. Bu gerçekçiliğe “uyuşturucu sonrası hayat”la ilgili kolaya kaçmayan, gerçeklerin zorluğunu göstermekten kaçınmayan yaklaşımı da ekleyelim.
Assayas’ın senaryosunun pek önemsiz olmayan bir kusuru da var. Yukarıda belirttiğim “onca karaktere ihtiyaç var mıydı” sorusunun yanında, senaryonun gereksiz yan hikâyeleri de içine alması seyircinin asıl hikâyeye odaklanmasına engel oluyor zaman zaman. Hikâyenin “heyecan” unsuru açısından bir parça eksik olduğunu da düşünürsek, bu problem daha da önem kazanıyor. Büyükbaba rolündeki Nick Nolte ve küçük çocuğu canlandıran James Dennis’in “olgun” ve sade performanslarının da seyir keyfi kattığı film kusurlarına rağmen ilgiyi hak eden bir çalışma özet olarak.
(“Sil Baştan”)