Code 46 – Michael Winterbottom (2003)

“Kim kaderini keşfetmek ister ki zaten? Kim böyle bir riski almak ister?”

Yakın gelecekte ve dünyanın totalitarizm ile yönetildiği bir zamanda geçen bir bilimkurgu hikâyesi.

Michael Winterbottom’dan efektlerden ve teknik bir gösteriden çok yeni dünya düzeninin bireyler üzerindeki etkisi üzerinden anlatılan türden bir bilimkurgu. Klonlamanın yaygın bir uygulama olduğu ve bu nedenle genetik benzerlikleri belli bir oranı aşan insanların evlenmelerinin yasa dışı olduğu bu dünyada film bu kurala uymayan iki bireyin hikâyesini anlatırken bir yandan da totalitarizm üzerine bir şeyler söylemeye çalışıyor ama belki de soğuk bir anlatımın etkisi nedeni ile her iki alanda da yeterince güçlü çıkmıyor sesi.

Modern ve soğuk şehirlerde “içeride” yaşayanların ve çöle benzer alanlarda “dışarıda” yaşayanların oluşturduğu bu iki farklı bölgeden oluşan dünyada bölgeler arasında geçiş için gerekli vizelerin üretiminde çalışan bir kadınla bu kadının sahtekârlığının peşindeki devlet görevlisi adamın aşk hikâyesi Samantha Morton’ın her zamanki yetkinliği ile canlandırdığı kadının dış sesi ile yorumlanıyor zaman zaman. Bu dış sesin cümlelerindeki hüzün ve hatta melankoli tonu filmin kendisinde tam anlamı ile karşılığını bulamıyor oysa. Vücuda yerleştirilen virüslerle Çince öğrenilebildiği ve şarkıcı olunabildiği bu dünyayı sanki içine girmeden ve nötr kalarak anlatmış yönetmen hikâyesini. Öyle ki hafızanın istenen bölümlerinin devlet tarafından rahatça silinebilmesi ile ortaya çıkan hüzün de çarpıcı bir şekilde yansımıyor seyredene.

Bir Winterbottom alışkanlığı olarak bolca bir erotizm dozunun da yedirildiği film bir yandan da iletişim üzerine düşünmeye itiyor seyredeni. Film İngilizce olsa da hikâye ağırlıklı olarak Şangay’da geçiyor ve karakterler cümlelerinin içinde Fransızca’dan İspanyolca’ya, Çince’den Arapça’ya farklı dillerden kelimeleri kullanabiliyorlar. Geleceğin bu dünyasında farklı dil konuşuyor olmanın iletişime engel olmayacağını varsayan bu yaklaşım bir yandan da yeni düzenin demokratlığı gibi görünebilir ama günümüz dünyasında da örneklerinin bolca görüldüğü gibi bu demokratlık “totaliter düzenin sorgulanmaması” koşulu ile sınırlı. Senaryo pek üzerine gitmese de dışarısının çöl sıcaklığına ve aydınlığına karşı içerisinin “soğuk” ve karanlık görüntüleri ile içerideki düzenin doğa dışılığını vurguluyor gibi. Yeni düzenin ve onun aşkı –klonlamanın doğal sonucu olarak ortaya çıkan- ensest ilişki korkusu ile kontrol altında tutmaya kadar varan uygulamalarının karşısına aşkın kendisini koymaya çalışan film özetle pek çok farklı konuyu düşünmeye iten bir hikâyeye sahip ama bu hikâyesinin ihtiyaç duyduğı sıcaklığı yeterince içermiyor.

Oldukça başarılı görüntüleri, gereksiz fütüristik tasarımlardan kaçınılmış ve kendi içinde oldukça başarılı ama bir taraftan da filme o soğukluğunu vermiş olan set tasarımı ve sanat yönetimi, Morton’ın filmin diğer öğelerinin de gitmesi gerektiği yönü işaret eden hüzünlü oyunu ve gelecekle ilgili sordurduğu sorular nedeni ile kesinlikle ilgiyi hak eden bir film. Ne olursa olsun hikâyesini usulca akıtmayı bilen bu çalışma, adına klonlama denen ve insanlığı korkunç bir kaosa sürükleme potansiyeline sahip bir keşfi de çok doğrudan olmasa da gündeme getiriyor başarılı bir şekilde.

(“Kod 46”)

(Visited 116 times, 2 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir