Criminal Law – Martin Campbell (1988)

“Canavarlarla savaşırken kendinizin de bir canavara dönüşmesinden sakının”

Beraat ettirdiği bir adamın suçlu olduğunu anlayan bir avukatın hikâyesi.

Friedrich Nietzsche’den alıntı ile açılan film pek de o kadar derinlere in(e)meden ve o sözün de hakkını veremeden adalet arayışındaki bir adamın intikam hikâyesine dönüşen ve en iyi anında orta karar seviyesine çıkabilen bir çalışma. İşini çok iyi yapan, adalet duygusundan çok kazanma hırsı ile hareket eden ve kazandığı davalardan sonra ifadenin her anlamı ile zafer sarhoşu olan avukatın kapıldığı intikam hırsı da ihmal ettiği adalet duygusundan dolayı duyduğu vicdan azabından çok kandırılmış olmaktan kaynaklanıyor gibi görünüyor.

Amerikan filmlerinin olmazsa olmazı duruşma sahneleri ile başlayan film, stres atmak için squash oynayan beyaz yakalılardan kahramanın akıl hocası yaşlı adamlara kadar pek çok klişenin peşinde geziniyor film boyunca. Avukatın gece vakti ve yağmur altında çağrıldığı ıssız bir parka neden gittiği, yeni tanıştığı bir kıza odasından çıkmaması ve kendini anlatabilmek için gösterdiği ve hani nerede ise erotik bir hava taşıyan sertliğin ne zaman ve nasıl oluştuğu gibi cevaplanamayacak kimi açıkları da barındıran senaryo da pek matah bir yerde durmuyor açıkçası. Filmin Reagan döneminin iyice muhafazakârlaştırdığı 1988 ABD’sinde çekildiği düşünülünce kötü adamımızın motivasyonunun kürtaj olması da döneme gayet uygun bir tutucu yaklaşım gibi görünüyor. Kahramanımızın ve kız arkadaşının daha doğru ve garantili yollar varken iki amatör dedektif olmaya soyunması da senaryo aksini söylemeye çalışsa da pek inandırıcı değil.

Paranın satın alabileceği en iyi avukat olma hedefi ile yaşayan bir adamın kötü adamın peşine intikam duygusu ile düşmesi gibi bir hikâye yerine, kahramanımız adalet mekanizmasının doğru işleyişi ve en kutsal haklardan biri olan adil yargılanma hakkının değil de ün ve para koşan bir avukat olmanın peşinde neden koştuğu üzerine bir parça zihin jimnastiği yapsa veya tipik bir Amerikan yaklaşımı olan düzendeki problemleri düzeni sorgulama(tma)dan çözen kahraman rolünü üstlenmese daha seyredilebilir bir film olurmuş diyelim özetle. Klinikte kötü adam ile kahramanımızın sevgilisi arasındaki kavga sahnesi ile “Scary Movie” tarzı parodi filmlerine yakışır düzeydeki ama istenmeden oluşan komikliğin daha da aşağıya çektiği filmden elde kalan en anlamlı şey Gary Oldman’ın oyunu. Onun dışındaki kadro ya vasat oyunculukları ile ya da Kevin Bacon örneğinde olduğu gibi soğuk bir tarz benimseyerek vakit geçirmişler gibi görünüyor. Keşke film hemen açılışındaki karanlık ve yüksek grenli görüntüler ve el kamerası ile çekilmiş parktaki sahnenin havasını tüm filme yayabilseymiş ve en azından teknik açıdan daha çekici olabilseymiş diye düşünmemek elde değil.

(“Suç Kanunu”)

(Visited 104 times, 1 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir