“Cin yeni damadın her bir hareketini dikkatle gözledi ve şöyle düşündü: Onun görünümüne bürünsem ve yarın köyüne gitsem ne olur? Beni beş yıl boyunca kimse sorgulamaz. Hatta gelin bile farkı anlamaz”
Yeni evlenen genç bir kadın, onun para hırsı ile evlilikten hemen sonra beş yıllığına başka bir şehre giden kocası ve kadına âşık olup kocasının görünümüne bürünen cinin hikâyesi.
İtalyan Yeni Gerçekçilik akımından etkilenerek ortaya çıkan ve ülkesinin anaakım sinemasına alternatif olan “Paralel Sinema”nın örnek isimlerinden biri olan Mani Kaul’un yönettiği bir Hindistan yapımı. Pek çok roman ve hikâyesi sinemaya ve tiyatroya uyarlanan Vijaydan Detha’nın bir halk masalından esinlenen hikâyesinden yola çıkan senaryosunu da Kaul’un yazdığı film masal havasını çağdaş bir söylemle karşımıza getiren hayli ilginç bir çalışma. Feminist söylemi ile de dikkat çeken çalışma görsel dili ile göz kamaştıran bir çekiciliğe sahip.
Hindistan’ın kuzeyindeki Rajasthan eyaletinde geçen hikâye (ya da masal) çok farklı bir hava taşıyan görsel çalışması ile ilgiyi hak ediyor öncelikle. Sabit görüntülere (fotoğraflara) sık sık başvuran film bir masalı fantastik öğeleri öne çıkarmaktan özenle sakınarak anlatıyor farklı görsel tercihleri ile. Bir Hint halk melodisinin eşlik ettiği açılış jeneriği ile bu farklılığı daha ilk anlarında çıkarıyor seyircinin karşısına yönetmen Mani Kaul. Geleneksel kırmızı kıyafeti ile bir duvarın önünde oturan bir kadının fotoğrafı ile başlayan film, ardından bu fotoğrafın daha yakın plan bir versiyonu ile devam ediyor. Elle yazılmış gibi görünen jenerik yazılarının arasında yine kadın fotoğrafları çıkıyor karşımıza. Kaul ve ilk kez bu görevi üstlenen görüntü yönetmeni Navroze Contractor hikâye boyunca zaman zaman bir resimli romanı (hatta fotoromanı) çağrıştıran bir görsellik ile seyirciyi bir masala ama çağdaş bir anlatımla taşıyorlar. Bir dış sesin sık sık bir masalı anlatır bir eda ile araya girerek görüntülere eşlik ettiği filmde karakterler çok fazla konuşmuyor ve arada seslerini duyduğumuzda ise ya bir fotoğraf gösteriliyor seyirciye ya da hareketli olsa bile görüntü, karakterin kendisini konuşurken göstermiyor film. İlginç bir şekilde Mani Kaul bu yaklaşımı ile en ufak bir yapay görünüm yaratmadığı gibi, bir üslupçuluğun peşinde olmadığı da çok açık. Doğuya özgü büyülü bir sessizlik içinde anlatılan hikâye için çok ilginç ve farklı bir görsel tercihte bulunmuş yönetmen ve ortaya takdiri hak eden bir sonuç koymuş.
Sık sık karakterleri yukarılarındaki bir noktadan görüntüleyen kameranın konumu ile seyirciyi “Tanrı”nın yerine koyup tanık olduklarını yargılamasını istiyor sanki yönetmen. Bu tercihin bir örneği olduğu gibi kamera açılarını filmin dilinin önemli bir aracı olarak kullanmışlar Kaul ve Navroze Contractor ikilisi. Her bir kare -ister bir fotoğraf olsun bu, ister bir hareketli sahnenin tek bir karesi- özenle yaratılmış hem kameranın konumu hem de onun görüş alanı içine aldığı nesneler açısından değerlendirildiğinde. Karakterlerin ellerine, yüzlerine ve ayaklarına, bazen de nesnelerin bir bölümüne (bir elbisenin cebi, bir ağacın gövdesi, yağmur damlaları, bir kağnının tekerleği vs.) odaklanan kamera bizi günlük hayatın içindeki ayrıntıları kaçırmamaya da davet ediyor devamlı. Bir masal anlatsa da; fantastik olanın değil, folklorik olanın peşine düşen filmin görsel estetiğini bir halk resmininki ile örtüştürmek mümkün kesinlikle ve bu açıdan pek çok eleştirmenin belirttiği gibi Gürcü yönetmen Sergei Parajanov’u hatırlatıyor bu estetik anlayışı ile. Hint kültüründe kutsal kabul edilen banyan ağacının hikâyedeki yeri ve görsel olarak kullanımı da bu estetik anlayışın bir başka örneği.
Film feminist bir bakışın izlerini taşıyor ve kadının toplum içindeki konumuna da değiniyor. Kadının, evine götürdüğü eşini para hırsı nedeni ile beş yıllığına terk eden adamın kendisine sabretmesini ve baştan çıkarılmaya karşı dikkatli olmasını söylediği sahnede ve finaldeki sessiz ve kabullenilmiş mutsuzluğundan kızların -erkeklerin aksine- çok erken evlendirilmeleri ile ilgili sitem dolu sözlerine hikâye boyunca kadının yaşadıklarını ve hissettiklerini öne çıkarıyor film. Sadece zorunlu hissedildiğinde başvurulmuş görünen diyaloglar dışında hayli “sessiz” olan filmde kocanın karısının meyve sevgisine yaklaşımındaki değişiklik de (“Sadece köylüler yer bu meyveyi” yaklaşımı yerini “Sonuçta karım seviyor bu meyveyi” ifadesine bırakıyor) ve cinin kendisine daha başta tüm gerçeği söylemesine rağmen kadının aldığı karar da (kendisini terk eden ve seven bir adam ile kendisini seven ve yanında olan bir adam arasında karar vermek ve bunun sonuçlarını göze almak) yine aynı bakışın sonucu olarak yer alıyorlar hikâyede. Finalin gerçekçiliğinin de desteklediği ve anlamlı kıldığı bir bakış bu kuşkusuz.
Karakterlerin renkli kyafetlerle beyaz duvarların önünde görüntülendiği ve sarı, kahverengi, kırmızı ve turuncu renklerin kontrast yaratacak şekilde etkileyici bir şekilde kullanıldığı filmde kadının hamile olduğunu anladığımız sahnedeki yalın güzellik anlayışı tüm hikâyeye damgasını vurmuş. Bir aşk masalını (“Aşkı ve muhabbeti tüm zenginliklerin üzerinde görüyorum”) kendine özgü bir üslupla anlatan bu film Hindistan sinemasının genelinden oldukça farklı ve ilginç bir sinema yapıtı olarak, görülmeyi hak ediyor. Son bir not olarak, ilk sinema çalışmasındaki Ravi Menon’un (damat) ve yine ilk (ve aynı zamanda tek) sinema çalışması ile Raisa Padamsee’nin (gelin) abartıdan uzak performansları ile filme önemli birer katkı sunduklarını ekleyelim.
(“Undecision”)