Hustle – Robert Aldrich (1975)

“Mahkemeymiş, ne mahkemesi? Hangi ülke, hangi mahkeme? Nerede yaşadığının farkında mısın, Marty? Muz kokusunu almıyor musun? Hangi ülkede yaşadığını biliyor musun? Renkli televizyonu olan Guatemala’da yaşıyorsun sen”

Aşırı uyuşturucudan intihar etmiş görünen ve porno filmlerde rol alan genç bir kızın şüpheli ölümünü araştıran bir dedektifin hikâyesi.

Senaryosunu “City of Angels” adlı kendi romanından Steve Shagan’ın uyarladığı ve yönetmenliğini Robert Aldrich’in yaptığı bir ABD yapımı. Bir hayat kadını ile ilişkisi olan bir polis ve kızının ölümünün intihardan kaynaklanmadığına inanan bir babanın kendi araştırmalarını yaptıkları ve “kara film” türüne sokulabilecek yapıt tüm ana karakterlerinin kendi mutsuzlukları ile de uğraştığı, üzeri örtülenlerin bir gün mutlaka ortaya çıkacağını hatırlatan ve zaman zaman Fransız polisiyelerine yakın duran bir çalışma. Sağlam bir yardımcı kadronun Burt Reynolds ve Catherine Deneuve’e eşilik ettiği film 1970’lerin sinemasından hoşlananlar için özellikle çekici olabilecek bir eser. Güç ve sınıf çekişmelerini ve yozlaşmaları da konu edinen yapıt, olaylardan çok karakterlere eğilmesi ile aksiyon düşkünlerini tatmin etmeyebilir ve romantizm ile aksiyon arasında kararını net bir biçimde verememiş olması gibi bir porblemi de var ama alçak gönüllü yapısı içinde yine de ilgiyi hak eden bir çalışma.

Kumsalda bulunan bir genç kız cesedi ile başlıyor film. Olayı soruşturmakla görevlendirilen Phil (Burt Reynolds) ve Louis (Paul Winfield) ölüm nedenini intihar olarak saptayıp kapatsalar da dosyayı, hem Louis’in içi rahat değildir şüpheleri nedeni ile hem de kızın Kore’de savaşmış olan babası genç kadının öldürüldüğünden emindir ve kendi soruşturmasını yürütmeye kararlıdır. Phil hayat kadınlığı yapan birisi ile sevgilidir ve hikâye onların ilişkisini ve genç kızın ölümünü birlikte ve eşit derecede ele alarak bir yandan bir aşk hikâyesi bir yandan da bir polisiye öykü anlatıyor seyirciye. Filmin belki de en önemli yanı polisiye yanı öne çıkan bir hikâye anlatsa da, bu hikâyenin hemen tüm kahramanlarının karakter analizlerinin de bir o kadar öne çıkması; buradaki istisna ise Louis karakteri oluyor ve onca sahnesine rağmen bu analizden yoksun bırakılıyor. Parlak bir sinema örneği ve başarılı bir senaryonun karşımıza çıkarabileceği güçte değil bu analizler elbette ama yine de bir ticarî sinema örneğinden, bir Hollywood yapımından beklenebilecek olanın üzerine çıkıyor. Burt Reynolds’ın işini yapan ama açıkçası özel bir gücü de olmayan bir performans ile canlandırdığı Phil karakterinin “eski güzel günler” nostaljisini doğrulayacak bir geçmiş hikâyesi olmaması bu analizlerin yeterince güçlü olmasını engelleyen örneklerden biri ama yine de filme bir zenginlik ve çekicilik kattığını rahatlıkla söyleyebiliriz bu karakter çalışmalarının.

Filmin politik, daha doğrusu içinde yaşanılan toplumu ve düzeni sorgulayan bir içeriği olması da önemli. Phil’in adaleti mahkemede sağlayacağına inancı olan babaya söylediği ve bu yazının girişinde yer alan sözlerden yine babanın sıradan bir kişi mi yoksa önemli biri mi olduğunun birden fazla karakter tarafından sorgulanmasına farklı örnekler gösterilebilir buna. Babanın toplumdaki bilinirliği ve sahip olduğu güç onun davasına gösterilecek ilgiyi belirleyecek ve otoriteler de bunun karşılığı olan gerekli çabayı harcayacaklardır çünkü. İki polisin babayı kızının cesedini teşhis etmesi için morga götürürken bir spor karşılaşması hakkındaki kayıtsız konuşmaları ve cesedin göğüslerinin örtülmemiş olması, filmin kurbanın öneminin düzen içindeki belirleyiciliğine yaptığı eleştirinin örnekleri arasında yer alıyor. Benzer şekilde ülkedeki adalet düzeninde sonuç üzerindeki en önemli unsurun avukatın yeteneği olması da bu eleştiriden payını alıyor. Tüm bu örnekler filmin lehine kuşkusuz; ne var ki “adaletin serbest bıraktığı suçlular”ın tipik bir polis bakışının izlerini taşıdığını da söylemek gerekiyor. Benzer bir biçimde, finalin de tipik bir Amerikan bakışı ile “yasa dışı davrananın cezalandırılması” örneği olarak tasarlanmış olması -bu sonun tüm etkileyiciliğine karşın- benzer bir tavizin sonucu olsa gerek. Kadının tokatlanması ile başlayan ve seksle sona eren sahnenin ise fazlası ile erkek bakışı ile tasarlandığı açık.

Phil’in İtalya nostaljisinin hikâye içinde anlamlı bir şekilde konumlandırılmamış olmasını da eksiklikleri arasına eklememiz gereken filmin farklı karakterlerin hikâyesini birbirine ikna edici bir kurgu ile bağladığını söylemek mümkün. Babanın Kore’den travma ile dönmüş olması ve Phil’in babasının İspanya İç Savaşı’nda yer almış olmasını da filmin “politik” duruşunun örnekleri arasına koyabileceğimiz yapıtın yönetmeni Robert Aldrich’in Hollywood’un eskilerinden biri olarak işini iyi yaptığını söylemek mümkün. Özel bir başarıdan söz edemeyiz ama Aldrich hikâyede amaçlanana uygun bir tempo yakalamış ve aksamamış hiç. Catherine Deneuve pek çok sahnede yer almasına rağmen, senaryo gereği daha çok zarifliğini sunmakla yetinmek zorunda kalmış ama kendisini göstermeyi başarmış yine de. Oyunculuk alanında parlayan isimler ise babayı oynayan Ben Johnson, anneyi canlandıran Eileen Brennan ve güçlü avukat rolündeki Eddie Albert olmuş tartışmasız bir şekilde. “Yakında buradan gideceğiz” sahnesi ile, her sinemaseverin kolaylıkla fark edeceği gibi bunun aksini işaret ederek kendini ele veren filmin sonu fazlası ile ahlâki bir yaklaşım içermesi ile rahatsız ediyor ve zaman zaman özendiği Fransız sineması ile arasına ciddi bir mesafe koymasına neden oluyor.

“Moby Dick” ve “Un Homme et Une Femme” (Bir Kadın Bir Erkek) filmlerinden sahnelerin kullanıldığı, Ava Gardner’ın adının anıldığı ve “Mission Impossible” (Görevimiz Tehlike) adlı televizyon dizisinin de perdeye yansıdığı film böylece görsel sanatın örneklerine hoş bir şekilde yer vermiş ama tüm bu örnekler hikâye içinde anlamlı bir bağlama oturtulmamış nedense. Charles Aznavour’un sesinden dinlediğimiz “Yesterday When I Was Young” (Fransızca orijinali ile “Hier Encore”) şarkısı da renk katıyor filme ama herhalde bu parça da Deneuve’ün (ve karakterinin) Fransızlığı ile ilişkili olsa gerek. Sorunlu bir toplumsal düzenin sorunlu karakterlerini öne çıkaran hikâyesi ile önemli olan film, hedeflediği güce erişememiş olsa da ve Hollywood’dan uzaklaşırken bir yandan da onun tipik tuzaklarına kendisi düşmüş olsa da, 1970’lerin ilgiyi hak eden yapıtlarından biri. Ahlâki zorlaması ile zedelenmiş olsa da finalin hüznünün hayli etkileyici olduğunu da ekleyelim son olarak.

(“Tehlikeli Oyun” – “Cinayet Bulmacası”)

(Visited 207 times, 2 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir