Inhebek Hedi – Mohamed Ben Attia (2016)

“Evet biliyorum, evleniyoruz. Düğünden, benden, ailenden ayrı olarak yapmak istediğin hiçbir şey yok mu? Sadece kendin için yapmak istediğin bir şey?”

Ailesinin ve toplumun yaşamı için çizdiği çizgiden mutsuz olan genç bir Tunuslu adamın hikâyesi.

Tunuslu Mohamed Ben Attia’nın kendi senaryosundan çektiği ve Tunus, Belçika ve Fransa ortak yapımı bir film. Attia’nın ilk uzun metrajlı filmi olan çalışma, Berlin’de Altın Ayı için yarışmış ve festivalden en iyi ilk filme verilen ödülü ve başroldeki Majd Mastoura’ya verilen erkek oyuncu ödülünü alarak dönmüştü. Arap Baharı’nın zaman zaman diyaloglarda kendini hissettirdiği film, kendisine sunulan yaşam biçimi ile barışık olmayan, onun adına kararların başkaları tarafından alındığı bir dünyada kendisini yalnız ve mutsuz hisseden bir genç adamın çıkışsızlığını ve yakaladığı fırsatı anlatıyor bize. Filmin doğal ve gerçekçi havasına uygun performansı ile Majd Mastoura’nın göz doldurduğu yapım, alçak gönüllü ve sade havası ile dikkat çekerken, her anında yeterince güçlü ve etkileyici olmamak gibi bir probleme de sahip aynı zamanda. Bize benzer bir toplumdan samimi bir resmi karşımıza getiren film, kahramanını anladığınızda ve/veya ona kendinizi yakın hissettiğinizde artan bir ilgi ile izleyeceğiniz bir çalışma.

Peugeot firmasının satış temsilcisi olarak çalışan bir genç adam var karşımızda. Babası kısa bir süre önce vefat etmiş, annesinin başarısı ile hep övündüğü ve mühendis olan abisi bir Fransızla evlendiği Fransa’da yaşıyor, kendisi nişanlı ve evlilik tarihi çok yakın, iyi resim yapıyor ve çok mutsuz… Majd Mastoura’nın hikâyenin büyük bir kısmında tanık olduğumuz ve nerede ise ifadesiz diye tanımlanabilecek yüzü çok derin bir boşluğu saklıyor aslında. Yaptığı işten hoşlanmıyor, sürüklendiği evlilikle ilgili kayıtsız bir kabullenme içinde ve ne yapabileceği konusunda bir fikri yok. Derken bir kadınla tanışıyor ve… Mohamed Ben Attia’nın senaryosu bir Batılı için belki egzotik bile görünebilir ama işte bizimki gibi toplumlarda “sıradan” bir hikâye bu. Abisinin bir Fransız ile evli olmasından pek memnun görünmeyen annesinin kendisi için hazırladığı geleceğe, aşık olduğunda, bir başka şekilde söyleyecek olursak sadece kendisine ait bir duyguya ulaştığında bir çıkış yolu aramaya ve düzeni sorgulamaya başlıyor. Üç yıldır bir araba içinde sohbet etmekten öteye gitmeyen bir ilişkisinin olduğu nişanlısının vaat ettiği hayat ile bağımsız ve güçlü bir hayat süren yeni kadının vaat ettiği arasındaki uçurum büyük ve genç adam için kolay görünse de zor bir karar söz konusu. Filmin temel başarısı, tüm bunları doğallığını hiç yitirmeden ve özellikle Batılı seyircinin gözüne hoş gelebilecek yerel motiflerle süslemeye kalkmadan göstermesi bize. Diyaloglar o denli “normal” geliyor ki kulağa adeta Tunuslu bir genç adamın yaşamını anlatan bir belgesel izlediğiniz hissine kapılabiliyorsunuz.

Attia’nın hikâyesi günümüz Tunus’unun kimi gerçeklerine de (ekonomik kriz, Arap Baharı vs.) yer vermiş satır aralarında. Örneğin olağanüstü hâlin ilan edildiği ve büyük protestoların olduğu 14 Ocak’taki gösterilere katılmış kahramanımız ve bununla ilgili izlenimini şu ifadelerle aktarıyor bir sahnede: “Beni en çok ne etkliemişti, biliyor musun? Sokağa çıkmadığımız 3 günü hatırlıyor musun? İşe döndüğümüzde sanki artık yaşantımızda tuhaf bir şey vardı, yeni bir şey. Konuşmalarımız, bakışlarımız değişmişti. Sanki birbirimizi yeniden sevmeye başlamıştık, yeni bir parantez açılmıştı”. Gezi’yi hatırlatıyor, değil mi? İki ayrı sahnede ekonomik krizden bahsedilirken, genç adamın kaldığı otelin boş olması da (yaşanan terör olayından dolayı) hikâyenin bir parçası oluyor. Ülkenin dönüşümünü başlatan Arap Baharı’nın bir parçası olması genç adamın kendi dönüşümü için de bir sembol olarak düşünülmüş ama gerek bu gönderme, gerekse ülkenin ekonomik durumu hikâye ile yeterince iyi örtüştürülememiş (özellikle de ülkenin geçirdiği siyasi dönüşümü bilmeyenler için); en azından sinema sanatının öğeleri açısından böyle bu durum.

Filme damgasını vuran Majd Mastoura’nın performansının doruk noktasına çıktığı iki ayrı sahne var filmde: Oyuncu ilkinde annesi ile, ikincisinde ise sevdiği kadınla yüzleşmek durumunda kalıyor ve bu sahnelerdeki duygu patlaması genç adamın filmin büyük bir kısmında yüzünde taşıdığı bıkkın ifade ile o denli etkileyici bir zıtlık yaratıyor ki etkilenmemek mümkün değil. Bir başka sahnede (kadınlı erkekli bir grubun yerel müzikler eşliğinde çılgınca dans ettiği bir sahne bu) yönetmen Attia kamerasını filmin geneline aykırı düşecek bir biçimde kullanıyor ve genç adamın tattığı özgürlüğü bize birebir geçiyor neredeyse. Görüntü yönetmeni Frédéric Noirhomme’un zarif kamerası ve yumuşak ışıklandırması ve Omar Aloulou’nun hikâyenin sadeliğine yakışan müziği ile desteklenen filmde yönetmenin yakın planları ve geniş açılış çekimleri birlilkte ve etkileyici bir şekilde kullandığını da belirtelim. İlki kahramanının sıkışmışlığını, ikincisi ise özellikle geniş boş mekanları göstererek tüm bir nesilin içine düştüğü boşluğu anlatıyor bize. Sonuç olarak, hep bir yeterince güçlü olmama hissi uyandırsa da ilgiyi hak eden bir film bu, her şeyden de öte dürüst yaklaşımı ile.

(“Hedi: Un Vent de Liberté” – “Hedi” – “Seni Seviyorum Hedi”)

(Visited 150 times, 1 visits today)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir