“Bir insan hem avukat hem domuz olabilir; sık rastlanan bir şeydir”
Evli olan kardeşinin ölümü üzerine İtalya’ya gelen bir Amerikalı adamın kardeşinin geride başka bir kadından olan bir çocuk bıraktığını öğrenmesi ile gelişen olayların hikâyesi.
Aralarında İtalyan Yeni Gerçekçilik akımının usta senaristi Suso Cecchi D’Amico’nun da olduğu kalabalık bir ekip tarafından yazılmış vasat senaryosu ile bu film Sophia Loren’in Hollywood ile işbirliği döneminden vasat bir çalışma. Loren’in ve hikâyenin yaşandığı Capri adasının güzelliği dışında seyircisine pek bir şey veremeyen film yine de bu iki güzelliğin hatırına izlenebilir.
Amerikan sinemasının film çekildiği tarihte 59 yaşında olan yıldızı Clark Gable ile aynı tarihte 26 yaşında ve güzelliğinin/gençliğinin doruğunda olan Loren arasında bir aşk ne kadar inandırıcı/çekici olabilirse film de sinemasal olarak o kadar inandırıcı/çekici olabilmiş maalesef. Gable sondan bir önceki filminde çok yorgun ve hantal bir oyun verirken, Loren senaryonun kendisine bir derinlik yaratmasına imkân vermeyen içeriği nedeni ile soğuk Amerikalı’nın gerçekleri görüp Akdeniz tarzı bir hayatın tadını çıkaracak bir insana dönüşmesindeki payını sadece klişelere dayanarak göstermeye çalışıyor. Dansları ile eşlik ettiği şarkıları, kanlı/canlı güzelliği ve o seksi ve büyük gülümsemesi ile filmin kendisinden beklediğini belki de fazlası ile veriyor aslında Loren. Senaristlerin gürültülü, kalabalık ve elbette eğlenceli İtalyanlar’ı bolca vurgulayarak filme katmaya çalıştığı sıcaklığı elde ettiği söylenebilir ve Capri’nin güzelliğinin bu sıcaklığı artırdığı da. Hamburger ve beyzboldan oluşan (film bunu olumsuz olarak mı gösteriyor, pek anlaşılmıyor ama) Amerikan kültürünün karşısına çıkarılan İtalyan kültürüne güçlü bir sempatisi olduğu açık filmin. Evet insanlar kavga ediyor, sokaklar ve insanlar gürültülü ve küçük üçkağıtlar yapıyorlar ama finalde trendeki snob Amerikalı turistlerin İtalya’yı ve kültürlerini küçümseyen sözlerinin Amerikalı kahramanımızı kızdırması gibi hikâyedeki her tür İtalyan öğe de seyircinin bu Akdeniz kültürünü sevmesini garanti edecek şekilde (ve elbette klişelerden kaçamadan) sergileniyor.
Mekanın ve Loren’in doğal güzelliği, çocuk (elbette o tarihte) oyuncu Marietto’nun sempatikliği ve usta görüntü yönetmeni Robert Surtees’in Capri’nin turizm sektörüne de hizmet edebilecek başarılı görüntüleri ile film bell bir cazibeyi garanti ediyor aslında. Gürültülü ama eğlenceli, yoksul ama onurlu İtalyanlar’dan bir kadının soğuk bir Amerikalı adamı dönüştürme hikâyesinin nasıl gelişeceği veya sonunun ne olacağı çok açık kuşkusuz. Filmin zaten pek de merak uyandırma telaşı yok ve eskilerden bir romantik komedi için yadırganmayacak bir durum bu. Yine de senaryonun kimi boşlukları neden o hali ile bıraktığını anlamak pek mümkün değil. Örneğin adamın ABD’deki evlilik töreninden bir gün önce okyanuş aşıp İtalya’ya hiç de acil olmayan bir konuyu halletmek için gelmesi gibi bir zorlamaya neden başvurulduğunu anlaşılmıyor. Benzer biçimde adamın ABD’deki ilişkisinin neden hikâyedeki gibi geliştiğini anlamak için hiçbir ipucu vermiyor senaryo bize.
Senarist D’Amico gibi sinema tarihine aralarında “Ladri di Biciclette – Bisiklet Hırsızları” ve “Sciuscià – Kaldırım Çocukları” filmlerinin de olduğu Yeni Gerçekçilik başyapıtlarını yönetmen olarak armağan etmiş olan Vittorio de Sica’nın da eğlenceli ve “domuz” avukat rolünde karşımıza geldiği film özetle sıcaklığı ile vakit geçirtebilen, Loren ve Capri’nin güzelliği ile oyalayabilen ve İtalyanlar’a samimi bir aşk ilan ederek dikkat çeken bir çalışma. Fazla bir şey beklemeden seyredilebilir.
(“Macera Böyle Başladı”)