“Bir şey anlayıp anlamayacağımdan emin değilim ama görmek istiyorum”
Fransız oyuncu Catherine Deneuve’ün bir film çekimi için geldiği Lübnan’da ülke içinde yaptığı bir yolculuğun hikâyesi.
İki Lübnanlı yönetmen Joana Hadjithomas ve Khalil Joreige’nin tüm filmografilerinde olduğu gibi yine birlikte yönettikleri kurgu ve belgesel karışımı bir film. Oyuncuların kendisini oynadığı hikâyede çekilmekte olan filmin tüm yaratıcıları, yönetmenler dahil, filmde rol almışlar ve Deneuve’ün ülke içinde ve özellikle de Güney Lübnan’da yaptığı bir günlük gezinin hikâyesini belgesele çok yakın bir dille perdeye aktarmışlar. Bilinen anlamda bir hikâyesi olmayan filmin türü bir yolculuk filminden arayış filmine uzanırken, savaş ve neden olduğu yıkımlardan bir “yabancının” görse de anlayamayacağı bir olguyu anlama çabasına uzanan bir teması var.
Sık sık doğaçlama havası doğuran diyaloglar, çekilmekte olan filmin yaratıcılarının doğrudan katılımı ile doğan gerçeklik havası ve Deneuve’ün oyunculuğunun da etkisi ile oluşan yabancılık hissi filmi oldukça farklı bir noktaya oturtuyor. Başta yıkılan binaların enkazını sahile boşaltan kamyonların görüntüsü ve Deneuve’e yolculuk boyunca eşlik eden Lübnanlı oyuncu Rabih Mroue’nin yıkılan köyünde ninesinin evini arayıp bulamaması olmak üzere kimi etkileyici sahneleri olan filmde yönetmenlerin arada görüntüye getirdikleri ve hikâyenin yaşandığı toprakların huzursuzluğunun tam zıttı duygular yaratan yeşil kır ve havada süzülen kuş görüntüleri hem filmin zaman zaman monotonlaşan havasını kırıyor hem de bu görüntülerin öncesi ve sonrasında perdeye gelen gerçek görüntüleri gerçeküstü konuma itiyor, üstelik tam tersi söz konusu olduğu halde.
Batılı sinema oyuncusunun görmek istediği ama anlayıp anlamayacağından da emin olamadığı Doğu görüntüleri filmin hedefinin de Batılı seyirci olduğunu gösteriyor. Emniyet kemerini bağlamak ile ilgili diyalogların da gösterdiği gibi savaşın sonuçlarını bu savaşın yaşandığı toprakların tarihini bilmeden görmeye ve anlamaya çalışan bir Batılının idrak edebileceğinden çok derin gerçekler yaşanan bir dünya burası. Filmin adı da bunu vurguluyor sanki. Bir Batılının “görmek” istediğini “yaşayan” bir Doğulu dünyanın içindeyiz burada. Ülkenin ve savaşın tarihine hemen hiç değinmeden sadece bir yolucluk boyunca altı özellikle çizilmeyen izlenimler aracılığı ile aktarılan resim büyük şeyler söylemiyor ve aslında özellikle de bir şey söylemiyor ama yine de filmden sonra seyircinin üzerinde düşünmeye devam etmesini sağlamak gibi bir etkiye sahip olmayı başarıyor. Bu etkiye rağmen filmin hedeflediği şey bir açıdan da filmin bir zayıf noktasını gösteriyor. Evet bir “yabancının” yolculuğu bu ama seyircinin özellikle Deneuve gibi güçlü bir kişiliğin etkisinden çıkması ve filmi bir yıldızın zor topraklarda yolculuğu olarak görmesi gibi bir risk de taşıyor film. Yine de özellikle bu yabancının Deneuve olması filmin ters yönde de bir artısını oluşturuyor. Dünyada yaşanan gerçeklere sanatçıların duyarsız kalmamasının gerekliliğinin altını çiziyor yönetmenler ve ille de bir ideolojiye angaje olmadan ama yapmayı veya yapmamayı tercih ettiğimiz her şeyin aslında politik tercihlerimizin sonucu olduğunu unutmadan sanatçının bir duruş sergilemesi gerektiğini ifade ediyorlar adeta.
Herkese göre bir film değil karşımızdaki. Bilinen anlamda bir hikâyesi, heyacanı veya teması yok gibi ama hikâye bizi tıpkı Deneuve gibi görmeye çağırıyor. Anlamasak da görmeye, düşünmeye ve sorgulamaya bir çağrı bu. Belki bu görme, düşünme ve sorgulama çabası anlamaya da giden yolu açar, kim bilir?
(“I Want to See”)