“Beni otobüs durağında bırak ve karşılaştığımızı bile unut. Eğer durağa varamazsak, beni hatırla”
Özel dedektif Mike Hammer’ın gece yarısı karşısına çıkan bir kadın ile başlayan ve gizemli bir kutu etrafında dönen bir hikâyesi.
Mickey Spillane tarafından yaratılan Mike Hammer karakterinin filmle aynı ismi taşıyan romanından yapılan bir uyarlama. “Kara Film” tarzının klasik döneminin sonlarında çekilen film bugün bu türün en bilinen örneklerinden birini oluşturuyor. Sertliği ve Amerikan değerlerine bağlılığı (bu arada elbette komünizm karşıtlığı) ile bilinen Hammer karakterinin bu sinema uyarlaması başta tutarlılık ve mantık olmak üzere kimi temel öğeleri yeterince sağlam olmayan bir hikâyeye sahip olsa da türünün klasikleşmiş örneklerinden biri olarak ilgiyi hak ediyor.
Özellikle boşanma davalarında uzman olan özel dedektifimiz işinde etik kurallara pek de önem vermeyen ve örneğin bu arada kendisine aşık olan sekreterini de erkeklerden bilgi almak için kullanmaktan çekinmeyen, yerli/yersiz şiddet kullanımından kaçınmayan ve filmde de örneğin parmakları çekmeceye sıkıştırma sahnesinde olduğu gibi şiddet uygulamaktan zevk alan ve kendisine film boyunca sırnaşan tüm kadınlara soğuk bir öpücükten fazlasını vermeyen bir karakter. Tüm bu özellikler karakterin romandaki orijinal halinden geliyor olsa da senarist A.I. Bezzerides (Samsun doğumlu ve Rum-Ermeni bir aileden geliyor) hem hikâyeye romanda olmayan öğeler eklemiş hem de karakterinin özelliklerini en uç noktalara kadar götürerek bir anti-kahraman yaratmış. Gerek şiddet kullanımı, gerek işini yaparken kullandığı norm dışı yöntemler ve gerekse kadınlara soğuk ve kaba davranışı ile film romandan hayli ileri noktalara gitmiş gibi görünüyor. Özellikle filmde hemen her kadının, hatta kiminin daha ilk görüşte, nerede ise karakterimizi yatağa atmak çabası içindeyken onun soğuk ve uzak duruşu bir parça filmde vurgulanan narsistliğine verilebilir olsa da yine de hayli ilgi çekici bir durum.
Benim adıma kara filmin başyapıtlarından biri değil bu film ama türün özelliklerini başarılı bir biçimde kullandığı da bir gerçek. Öncelikle elbette siyah-beyaz bir film bu ve Ernest Laszlo’nun görüntüleri, zaman zaman başvurulan eğik kamera açıları, gizemli bir öğe ve şüphesiz netameli kadın karakterleri ile film türün meraklılarının beklentilerini rahatça karşılıyor. Eğik kamera açısı ile çekilen merdiven sahnesi, sahildeki yumrukların konuştuğu kavga bölümü ve barda sarhoş olan dedektifimiz veya takip sahnelerinde karakterlerin ayaklarını gösteren kareler gibi etkili kullanılmış klişeler ile film kendisini ilgi ile izletmeyi başarıyor. Buna karşılık başrolde Ralph Meeker’in varlığı ve performansı özellikle başlangıçta yadırgatıyor seyredeni. Fazlası ile yumuşak görünen yüzü ve bir parça fazla dizginlenmiş oyunu ile Hammer karakterinin adamı değilmiş gibi görünüyor ama film ilerledikçe onun karakteri ile bu uyumsuzluğunun sertliğinin ve soğukluğunun etkisini artırdığını düşünmeye başlıyorsunuz. Kadın karakterleri canlandıran Maxine Cooper ve Gaby Rogers ise karakterlerini kara filmin klasikleri arasına sokacak bir performans veremiyorlar ama Gaby Rogers finalde kutuyu açtığı ve sinemanın kült niteliğini kazanan sahnelerinden birinde yer almış olması ile kendisini en azından bilinirlik anlamında kurtarıyor denebilir.
Dinamizmi biraz düşük, hikâyesi biraz tutarsız olsa da filmin bir kült olduğu unutulmamalı. Pandora’nın kutusundan, Medusa’nın kafasına ve Lut’un karısına çeşitli referensları da olan film sinema tarihindeki gizemli nesneler üzerinden ilerleyen filmlerden biri ve kahramanını sevimli göstermeye çalışmaması ile de dikkat çekiyor. Eğlenceli, heyecanlı ve “kara” bir film.
(“Öp Beni Öldüresiye”)