“Biz de hep fakir kalacak değiliz ya, elbet köşeyi döneceğiz”
Amerika’daki amcası sayesinde ve oynadığı talih oyunları ile köşeyi dönme hayalleri kuran yoksul bir odacının hikâyesi.
Müjdat Gezen’in “Eşeğin Karnındaki Elmas” adlı kitabından Umur Bugay ve Atıf Yılmaz tarafından uyarlanan ve Yılmaz’ın yönettiği bir film. Özellikle televiyonlarda siyasî göndermeleri epey kırpılarak sıkça sansürlenen film, 1970’lerin Türkiyesi’ni beyazperdeye taşırken bir yandan tipik bir Kemal Sunal filmi olmaya diğer yandan ise derin şeylerin peşine düşen ve bir derdi olan, toplumsal ve hatta politik alanlara değinen bir hikâye olmaya soyunan bir çalışma. Bu çabaların ilki genellikle vasat ve zaman zaman da eğlenceli bir sonuç üretirken, ikincisi bugün kimi sahnelerinin özellikle sosyal medyada sıkça kullanılmasının da gösterdiği gibi daha çok öne çıkıyor. Sunal adına yürekli bir çalışma bu, özellikle de günümüz komedi oyuncularının kabalaştıkça daha da beğenilen performansları düşünüldüğünde ise sadece saygıyı değil, aynı zamanda takdiri de hak eden bir hikâye.
Evinin duvarlarında Demirel, Ecevit ve dönemin genel kurmay başkanı Kenan Evren’in posterleri asılı olan yoksul bir odacı Adem. Herkesin saf olarak gördüğü ve sık sık kullanmaya çalıştığı, mahallesinden bir kıza karşılıksız bir aşkı olan ve “köşeyi dönmeye” çalışan bu yoksul adam -Kemal Sunal tarafından canlandırılmasının da kolayca tahmin edilmesine neden olacağı gibi- iyi niyetli ve iyi yürekli birisi aynı zamanda. Gazetelerden kestiği kuponlarla araba ve ev kazanmaya çalışan, mahallelinin pek inanmadığı “Amerika’da yaşayan zengin bir amca”dan söz eden bu adamın karşısına filmin biri hariç diğer tüm karakterlerini ve onlarla birlikte toplumsal düzeni ve toplumsal ahlâkı koyan hikâye bu açıdan hayli sert mesajlara sahip aslında. Zengin olmak ya da başkalarının zenginliğinden yararlanmak arzusu herkesin yozlaşmasına ve ahlâk duygusunu yitirmesine neden olurken, başta Hacı karakteri olmak üzere herkese hayli güçlü yumruklar savuruyor film. Öyle ki örneğin Hacı karakterininin ikiyüzlü dindarlığını günümüz Türkiyesi’nde böylesine açıklıkla sergilemek ve sert bir eleştirinin muhatabı kılmak pek mümkün olmasa gerek.
Eşeğin karnındaki elmasın çıkmasını beklerken tutulan b.k nöbeti filmde sinemamızda pek görülmeyen türden bir Bunuelvari taşlamayı getiriyor karşımıza. Pek çok karakteri aynı ortamda bir araya getieen bu sahnede tam bir “dekadans” manzarası sergiliyor bize film. Toplumsal konumları farklı olan bu karakterlerin birlikte çizdikleri çürümüşlük resmi sadece sertliği değil eğlencesi ile de dikkat çekerken, film bize bireysel değil toplumsal bir yozlaşmanın içindeyiz diyor açık bir şekilde. Bu korkunç resmin karşısına Adem’i ve onun bilinçleme sürecini ve bir de onunla aynı şirkette çalışan çaycı karakterini koyuyor film. Çaycı hikâye boyunca birkaç kez “işçi olarak yazılmak”tan bahsederek hizmet sektöründen üretim sektörüne, yalnız başına kaldığı bir çalışma ortamından dayanışabileceği sınıfdaşları ile birlikte olabileceği bir ortama geçmeyi hedefliyor ve film de bunu bir “çözüm” olarak ima ediyor bize. Sunal’ın karakterinin de sonunda geldiği nokta burası olacaktır ve onun “çözüm ne?” diye sorduğu sahnede kendisini birden, 1 Mayıs marşları söyleyen işçilerin korteji içinde bulması ve finalde de “İşçi sınıfı partisine özgürlük” sloganları atanların arasına karışması bu noktanın altını çizecektir. Bu politik ve toplumsal bilinçlenmeyi hikâyenin kurgusu açısından ele alındığında iyi anlatmış Atıf Yılmaz ve bir inandırıcılık sıkıntısı çekmeden filminin “mesajlar”ını verebilmiş bize.
İçerik açısından genel olarak başardığının sinemasal öğeler açısından karşılığını ise yeterince güçlü üretemiyor film ve bir takım teknik problemlerden kaçınamamış. Örneğin Adem’in aşık olduğu ve Hacı’nın kızı olan Şükran karakterinin ilk sahnesinde evinin balkonunda başı açık olarak karşımıza çıkması ancak bir kurgu veya devamlılık hatası ile açıklanabilir. Evet, Şükran karakteri iç çamaşırı ile pencere önünde durmaktan çarşafa girmeye kadar birbirine zıt şekillere giriyor ama bunların tümü hikâyenin kurgusu içinde doğru ve mizahın da bir parçası. Ne var ki bu ilk sahnede anlamsız ve herhalde gözden kaçmış bir durum bu. Macit Koper’in “solcu bıyık”lı çaycı Halil karakterinin sakız çiğnemesi istendiğinde söylediği “Oğlanlar gibi ciklet çiğner miyim ben?” sözü ise dönemin “delikanlı sol” anlayışına uygun belki ama bugün hayli yanlış duruyor sözü söyleyenin politik konumu düşünüldüğünde. Adem’in çalıştığı şirketteki ilk yönetim kurulu toplantısı sahnesi de gelecek tüm komediyi seyirciye gereksiz bir şekilde önceden duyurması ile filmin kendi kendisine darbe vurduğu bir bölüm. Bu sahne hem içerik hem mizansen olarak çok daha komik, inandırıcı ve güçlü olabilirmiş ve olmalıymış kesinlikle. Adem’e kalan mirası söylemek için Amerikan konsolosunun bizzat mahalleye gelmesi ve eşeğin kapalı bir sandık içinde Amerika’dan Türkiye’ye havasızlıktan ölmeden gelmeyi başarması ise Yeşilçam’ın tipik “ben yaptım, oldu” yaklaşımının örnekleri olarak filme hiç yakışmıyor. Adem’in hikâyesini yazan gazetecinin filmdeki ilk sahnesinde kamyonetle seyahat etme tuhaflığının ise senaryo açısından tek bir cevabı var: Birazdan eşeği taşımak için o kamyonete ihtiyacı var hikâyenin çünkü!
Sokaklarda duvarların devrimci sloganlarla dolu olduğu ve sadece Sunal’ın değil sinemamızın da en politik filmlerinden biri olan çalışma dönemin ruhuna uygun olarak -ve uzatılmış bir kadın kadına kavga sahnesinde kabaca gösterildiği gibi- erotizme de göz kırpıyor ama neyse ki durması gerektiği yerde duruyor çoğunlukla. Yeşilçam’a özgü kusurlarına rağmen ilgiyi hak eden bu çalışma, sinemamızın özellikle bugünlerde ihtiyaç duyduğu ve yine özellikle bugün kaçındığı politik hikâyeleri veya en azından politik göndermeleri özleyenler için de çekici olabilecek bir hikâye anlatıyor. Bireysel değil, toplumsal bir mücadelenin kurtuluşu getireceğini savunan; dincileri ve burjuvayı eleştiren ve Amerika’dan gelen “miras”ın kurtuluşun yolu olmadığını göstererek kapitalizmi de dışlayan film görülmeyi hak ediyor kuşkusuz ama dikkat edilmesi gereken, filmi kaba bir intikam komedisine dönüştüren kesilmiş halini değil sansürsüz versiyonunu izlediğinizden emin olmak.